Wednesday, February 29, 2012

Bu Ülke'nin Egemenlik Tarihine Giriş: AS KES YAK! (1)

bu yazı burada bitmeyecek, çok yazmam lazım ama bir başlıyalım


İhsan'a, kalın kardeşime; Take, Burn, Cut!

Vakt-i zamanında bir ağabeyimizle sabahladığımız ve bu ülkeye doğmuş olmaklığa sığışmaya çalıştığımız dakikalarda, o gün okuduğum ve beynimi filmlerde eroin çekilen cam sehpaya döken Society of the Spectacle'dan ilhamla egemenlik sorularına bakayazdım, ama araçlarım yoktu, yürümeyi bilmezdim, kaldıydı. artık başka bir şeye kafam çalışmıyor, deniz dedim devlet mi oluyorum geçen dönem, bilmiyorum, egemenliktir, devlettir, tarihtir bunlar mantar gibidir ayakta çıkar, sevmezsin ama vücuduna katılmıştır bir kere, kaşırken seversin. her neyse iktidara aşık olmamak lazım.

Adolphus Slade'in 1837 tarihli Turkey, Greece and Malta; volume II (Saunders and Otley -Kitabın türkçesi varmış) adlı gezi kitabından bir anla başlayalım (sf. 109-111). Bu anın önemi Yunan Bağımsızlık Savaşı'nda oynadığı rolünün yanında, Avrupa'da 'zalim Türk'ün kristalleştiği bir an (adada 25 bin kişi kesilmiş, 40 binden fazlası sürülmüş). Delacroix'nun Le Massacre de Scio'su [Louvre'da] meşhurdur. Slade bu anı egemenliği, özneyi ve mekanı biraraya getirerek, bir tanıklık eşliğinde anlatıyor. 



Slade 2 Nisan 1866'da müşavir paşa namıyla Osmanlı Deniz Kuvvetleri'nde çalışmaya başlamış [bilgi, bir makale] İsimden, ve zamandan ziyade egemenliğe dair ve öznellik noktasında bir okuma yapmak istiyorum. Kafamdaki metodolojiyi de biraz açımlamış olucam, kafamın nasıl çalıştığını da.

Olay Sakız (Scio) adasında geçiyor. Metni müteakiben çeviriyorum. Benden, bizden, sizden.




Ne kadar mahzun bir manzara! Yıkılmış evler kaplı güzel ova sakinlerinin geçmişteki zenginliğini anlatıyor açık bir şekilde, ve 1822'deki vakitsiz isyanlarına verilmiş korkunç cezalandırmayı söylüyor... [adanın Venedik'e isyanından bahsettikten sonra]

Saygıdeğer bir Türk'e ''Demek Sakız'daydın?'' diye sorduk.

''Evet, ordaydım'' 

- [Peki] ''Katliamı siz mi yönettiniz?'' 

''Evet, ben yönettim'' 

-''O zaman adanın denize güldüğü zamanları, gayrete ve neşeye gölgelik yaptığı vakitleri, şarkıların dokuma tezgahlarına karıştığı zamanlarını biliyorsunuz?''

''Evet, o günlerini gördüm''

-''Şimdi de görüyorsun, heba olmuş bahçelerini, yıkılmış kiliselerini, çatısız evlerden sızan ay ışıklarını görüyor musun?'' 

''Evet, hepsini'' 

-''Utanmıyor musun, suç değil mi Ege'nin bahçesini mahvetmek?''

''Ama hata bizde değildi. Sultan Mahmut emri vermişti, fermanı ''asın, kesin, yakın!''* camilerde okunmuştu, ne yapabilirdik?''

İkna olmadığımızı görünce, kıyıda bekleyen gemilerimizi gösterip, sordu:

''Eğer sizin hükümranınız [egemen*] size bir yeri tamamen yokedene kadar yokedene kadar yakın yıkın emri verse, itaat etmez misiniz?''

Cevap verilemez bir argümandı. Eğer biz, ılımlı bir dinin takipçileri olan bizler, özgür bir devletin vatandaşı olan bizler, Tanrıya ya da insanlığa kendimiz sorumsuz görüp, körü körüne ve güle oynaya kan dökücü bir düzene boyun eğmiş olsaydık; hükümranı kraliyetin ve ruhbaniyetin ışığı altında duran, cahil ve fanatik Türk'ün artık vicdanının sesini dinlemeyişine şaşırır mıydık?

* Türkçe özlü söz, ''paralarını al, evlerini yak, boğazlarını kes'' anlamına geliyor.

[1. Egemen kelimesi, Nişanyan'a göre ilk kez 1935'te kullanılıyor, hegemon'dan türetilmiş.]

*** 

bunun üzerine düşünmek lazım, Piyel Haldar'ın Law, Orientalism, Post-Colonialalism kitabını tartışmak istiyorum, vaktim yok, biraz üşüttüm, markette ıhlamur kalmamış, saatlerdir muğam dinliyorum.


ama mesela liberalizmdir, liberalleri ahmet güntan'ın dediği gibi çiğçiğ yemek lazım. özgür bir devletin vatandaşlarını asın kesin yakın. vesselam

No comments:

Post a Comment