Monday, February 20, 2012

Müslümanların ''aile hayatı'' ve modern yaşam

laikçilerin temel bir takıntısı müslümanların modern yaşama ayak uydurma süreci. şimdi burada kullanılan dil ekseriyetle conflict resolution [çatışma çözümü] literatüründen. iki temel önerme var:

1. müslümanlar 'doktrinel' olarak modern hayatla çatışır. müslüman olmayanları burada hiç konuşmaz laikçiler, kendilerinden bahsetmezler, modern dünyanın tarafında konulandırırlar, bir içkinlik varsayarlar kendileri adına, bu içkinlik zaten onların müslümanların yaşadığı tenakuzları (çatışkı diyenin...) görebilmelerini sağlar, sadece onlar nazar edip bunu dile getirebilir. müslümana dair bu özcülük temellendirilmez. burada müslüman modernin karşısında ortaçağdır. açılım'dan basacağımız en önemli kitap kathleen davis'in periodization and sovereignty'yi okuyunca anlarsınız bu dediğimi. bu ortaçağlaştırma, modernlerin, modern cumhuriyeti kurarken bir kısım insanı geçmişe terkederek, ulus-devlet içinde sömürgeceilik yapabilmelerinin koşulduur.
(bunu koşullayan daha büyük önerme dinin de sosyal hayatın bir ''kurum''u olduğudur, bu William Robertson Smith'den başlayarak Masuzawa'nın mükemmelen gösterdiği şekilde 'din' denilen bilimsel olgunun inşasının temelindedir. temeli dinamitlemek lazım)

2. müslümanlar bir noktada modern dünyayla tanışırlar. burada varsayım aile hayatının cemaatler çerçevesinde, din kurumuna massedilmiş olup, müslümanın modern kurumlar ve çevrelere geldiğinde, bu karşılaşmalarda doktrininin sınırlılığını gördüğüdür. burada bu gerizekalıları ciddye almak lazım. çünkü hakikate varılan yolun, laikçinin müslümanın hakikatini söyleme kapasitesinin çok derin bir yapıya referansı var. burada açamam ama fuko'nun truth and juridical forms dersine bakın. hakikat'in perdelerin alttından olgunun altından çarşafın burkanın eşarbın altında olduğunu varsayan bu irade esasında işkencenin bir halidir. bildiğiniz işkence!

Idelbar Aliver'in alemlere zamanlara başyapıtı The Letter of Violence'ın sf.33'den
Eğer bir özne ve medeniyetin önden varlığını kabul edersek, ve bunların muhtemelen kendilerini işkenceyle yokedilmiş bir 'ses'le ifade ettiklerini [varsayarsak], ancak ve ancak nostaljik ve yenilgiyi kabul eden tedavisel bir pratiğe varmış oluruz. Bu pratiğe travma-öznesi öznelliğin imkansız restorasyonu projesi musallat olur. [If we hypostasize a subject and a civilization constituted in advance, presumably expressing themselves in a ‘‘voice’’ subsequently destroyed by torture, we can only be led to a nostalgic and defeatist therapeutic practice, one that is haunted by the project of an impossible restoration of pre-traumatic subjectivity.]
şimdi idelbar abiyi yavaş okumak lazım. çok düşünülmüş taşınılmış, düşüncenin sınırında mantığı infilak ettiren bir düşünümden geçmiş bir tespit var burada. işkence ve medeniyet (burada Page DuBois'nın efsane kitabı Truth and Torture'a referans veriyor) aynı anda kurulur, aynı eylemin şeyleri mekanda dağıtışından ileri gelir. daha doğrusu, işkenceyle hakikat ve medeniyet mekana payedilir, paylaşım halinin kendisini işekoyan işkencedir. aynı şekilde müslümanların aile hayatının modernden bağımsız olduğunu söyleyenler çok daha asli bir şiddeti görmezden geliyorlar, TCnin müslümanı kürdü aleviyi tabi kılışına ortak oluyorlar. bugün tc'de laikçilerin müslümanlar üzerine söylemi, idelbar'daki travma-öncesi özne fantezisi gibi, modern hayat öncesi bir müslümanı farzeder, sonra onun karşılaştığı problemleri kataloglar var ve geriye dönük olarak müslümanların dar bir çevreden gelişine dair tespitler sıralar.

peki bunca salaklık nasıl işlerlik kazanıyor? çünkü laikçiler kendi tabiyetlerine dönüp bakmadıkları için, tabiyete tabi tutulduklarını unuttukları için, kendi tabiyetlerini farketme gücü kendilerinden alındığı için, gerçek anlamıyla gaflet üzre yaşadıkları için bunları yazabiliyor. sözler geçiyor, çünkü devletler.

bilmem anlatabildim mi?




No comments:

Post a Comment