Tuesday, April 1, 2014

Pluriversitas: İslam İnsanı Üniversiteye Yazılıyor



Ahmet Davutoğlu'nun doktora tezi Alternatif Paradigmalar'ı okuyanlar neden Hakkın vadettiği günlere geldiğimize, neden 80'lerin sonunda alternatif bir dünyanın mümkün olduğuna dair kozmolojik bir argümanla içeri buyur edilir: Modernite aslen evrenselin önce maddede sonra da fikirde Batı'nın tekeline girmesidir. Batı evrenseli hedeflemiş, aklın evrensel doğru ve değerleri çerçevesinde bir dünya tasarlamıştır. Necip Fazıl'ın ''Ey akıl, nasıl delinmez küfen?'' çığlığı iki dünya savaşını müteakiben çağırdığı hakikate uyanmaya başlar. Davutoğlu burada 'küreselleşme'nin yeni öncelik haline gelişi üzerinde durur ve bu semantik kaymaya dünya-tarihsel bir anlam yükler. Batı 'evrensel'in ufkunu yitirmiştir, bunun yerine kendini 'küre'de yeni dünya düzeninin oyun kurucusu olarak dayatmaya başlar. İşte tam da bu noktada Müslümanlar için yeni bir başlangıcın imkanı yatar: hem mevcut paradigma iflas etmiş, postmodern döneme girilmiştir (iran'da da postmodernizmi ilk islamcılar benimser) hem de herkesin 'küreselleşmek'le iştigal ettiği yerde İslam'ın evrensellik iddiasını tahakkuk ettirecek yeni bir siyasetin inşası için zemin hazırdır. İzlenim dergisi okurları bu heyecanın ilk şahitleri, dergi de Türkiye'deki İslamcılığın kendini yeniden icat ederek İran Devrimi'ni geride bıraktığı bir mecra oluverir.
            Türkiye İslamcıları Batı Medeniyeti'nin iddia kaybını tespitte yalnız olmasalar da bu kayıpla ne yapılacağı sorusuna verdikleri cevapla diğer -izm'lerden ayrıldılar. Hintli tarihçi-düşünür Chakrabarty ''Batı'yı Taşralaştırmak''ta Hint modernleşmesini bir kesişimsellik olarak okur, kitabın vurucu cümlelerinden birinde Batı 'hem zaruri hem de yetersiz' addedilir. Hint tecrübesi kaçınılmaz bir çoğulluk içerir. Türkiye'de ise bu kesişimsellik negatif bir biçimde tasdik edilir. İslamcılara TC'nin bir sömürge devleti olduğunu söylerseniz dik bakışlarla ödüllendirilirsiniz. Ne Hint ne de Arap tecrübesi denklik arzeder, ama Japonlar! Orada ''Garbın eşyası, eğer kıymeti haizse yürür; / Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür!'' (Akif, 1912) Ne Osmanlılar ne de Cumhuriyet ruhun gümrük kapısını tutamamış, kendi kaderini tayin edememiştir. (Türklüğün İslamlığa eşitlenme noktasındaki akametinin yarattığı delilik için bkz. İsmet Özel) Davutoğlu'nun yoldaşı Mustafa Özel'in Japon modernleşmesi okumaları bedelini ödeyen herkesin yaralanarak da olsa kendi modernliğini tecessüs ettirebileceğini söyler. Öyleyse Yakup Kadri'nin acılarını dindirme vakti gelmiştir: ''Ben, asıl ben, bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler ve unsurlarla yoğrula yoğrula adeta sınaî, adeta kimyevî bir şey halini almışım.'' (Yaban, 1932) Hintliler ve diğer sömürge milletlerin kendi ufalanışlarına aşık oluşları İslamcıyı güldürür, kişi ne yapıp edip tam olmalı. O zaman son bir kimya deneyi gerekecek, hem 'öz'e işlemiş başkalıklardan arındıracak hem de bu özü bir daha kimyanın nesnesi olamayacak şekilde ayrıştıracak bir simya!
            İslam İnsanı (homo islamicus) bu hayale matuftur. Varolmanın doğrusunun Batı'nın tekelinden çıktığı yerde evrende tekliğini yitirir. 'Pekçok evren' (plurivers) mümkündür der Cemil Meriç. Hem kavramı hem de bu kavrayışı Türkiye İslamcılarına Meriç hediye eder. Bu yanıltıcı bir çokluktur, Gürbilek'in belirttiği gibi Meriç'in bakışı ''Doğu’nun kendi içindeki ‘doğu’lulara nasıl hükmettiğini, ‘bu ülke’nin muktedirlerinin nasıl muktedir olduğunu, mağdurun kendi mağdur edilmişliğinde nasıl başkalarını mağdur etmesini meşrulaştıracak ideolojik içerikler'' ürettiğine kördür. Sünnilik, Türklük veya patriyarkalliğin yarattığı şiddeti konuşmak fitne olur.
            'İslam İnsanı' bu toprakların hammadesinden doğmalıdır. Ama bu yerlilikle sınırlanacak birşey değildir, aksine yeni bir Ümmet'in ilk bireyi olacaktır. Kuran ve hadise indirgenmiş bir dağarcık üzerinden Peygamber'in vazettiği öze nail olmak arzusu tefsirden iktisada yepyeni bir yorumlama pratiğinin gelişimine kapıyı aralar. Hayrettin Karaman'ın klasikleşmiş İslamlaşma tartışmalarından Sabahattin Zaim'in 1978 tarihli 'İktisadi Faaliyetlerde İslami Davranış Tarzı'na arındırılmış bir değerler dünyasına çağrı vardır. Zaim'in dediği gibi ''Müslüman adamda direksiyon, İslam ahlakve fazileti, motorü bilgisidir. İisi birleşince müslüman adam teşekkül eder ve arzedilen iktisadi davranışlarıyla dengeli bir iktisadi düzenin gelişmesini sağlamış olur.'' 60'ların davranışçı psikolojisi 'ulusal karakter' çalışmalarının epistemik zeminini oluşturur: ülkemizde çok okunmuş Ruth Benedict'in Kılıç ve Krizantem'inde icra edildiği şekliyle bir toplumun karakteri onun davranışlarını örgütleyen değerler dizgesinin deşifresiyle açığa çıkarılabilir. Davranışçılığın daha da önemli sonucuysa davranışların farklılaşmasıyla değerler dünyasının da dönüştüğünü anlatmasıdır. Dikkatli bakılırsa bu tezin Amerikan modernleşme  kuramının geleneksel toplumdan sanayi toplumuna geçişi düşünürken temel aldığı çerçeve olduğu görülebilir. Alanın öncüsü David Lerner tüm dünyayı Ankara'nın Balgat köyündeki bakkalın başlattığı sessiz devrimi alkışlamaya çağırır.
            Sabahattin Zaim bu emperyal projeyi, projenin üst-çerçevesine dokunmadan, tersine döndürmek teziyle çıkagelir. Zaim tekbaşına değil pek tabii, ne de bunlar sadece Türkiye'de oluyor: Fazlur Rahman'dan Ali Şeriati'ye pekçok Müslüman düşünür de özgün bir diriliş projesinde ortaklaşır. ''Dilce susup / bedence konuşulan bir çağda'' insan bir bilinçten çok yoğrulmayı bekleyen bir hamur görünümü verir. Bu hamuru, bu yeni insanı yoğuracak 'alternatif bir paradigma'nın inşası 90'larda başlar. Batı paradigmasına karşı yapılan, Ali Köse'nin Freud ve Din'i gibi, bir düzine meydan okuma İlahiyat fakültelerinin nesneler dünyasını tomurcaklandırır: bugün din psikolojisinden din sosyolojisine ve din eğitimine Edebiyat Fakültesi simetrik olarak İlahiyatların içinde üretiliyor.
            Başbakan'ın dindar nesil yetiştirme sözü bir belagat oyunu değil. Ahmet Taşgetiren ''bu insanı inşa etmenin gerekliliğini vurgulamak, bu insanın inşasına karınca kararınca zemin hazırlama''nın bugün Müslümanların asli sorumluluğudur diyeli tam 25 yıl oldu. Evrenselin (universal) parçalanışını üniversitenin (universitas) parçalanışı takibediyor. AKP'nin 12 yılı tekmili birden İslam insanını her veçhesiyle inşa edecek bilimlerin kuruluşuna mihmandarlık etti. Bugün Türkiye'de seküler vs. laikten ziyade, yeni bir evrenseli ve insanı yaratım kibrine kendine kaptırmışlığın sahicilik jargonuyla taçlanmış müdanasızlığı söz konusu.


No comments:

Post a Comment