Ahmet Davutoğlu'nun doktora tezi Alternatif Paradigmalar'ı okuyanlar neden Hakkın vadettiği günlere
geldiğimize, neden 80'lerin sonunda alternatif bir dünyanın mümkün olduğuna
dair kozmolojik bir argümanla içeri buyur edilir: Modernite aslen evrenselin
önce maddede sonra da fikirde Batı'nın tekeline girmesidir. Batı evrenseli
hedeflemiş, aklın evrensel doğru ve değerleri çerçevesinde bir dünya
tasarlamıştır. Necip Fazıl'ın ''Ey akıl, nasıl delinmez küfen?'' çığlığı iki
dünya savaşını müteakiben çağırdığı hakikate uyanmaya başlar. Davutoğlu burada
'küreselleşme'nin yeni öncelik haline gelişi üzerinde durur ve bu semantik
kaymaya dünya-tarihsel bir anlam yükler. Batı 'evrensel'in ufkunu yitirmiştir,
bunun yerine kendini 'küre'de yeni dünya düzeninin oyun kurucusu olarak
dayatmaya başlar. İşte tam da bu noktada Müslümanlar için yeni bir başlangıcın
imkanı yatar: hem mevcut paradigma iflas etmiş, postmodern döneme girilmiştir
(iran'da da postmodernizmi ilk islamcılar benimser) hem de herkesin
'küreselleşmek'le iştigal ettiği yerde İslam'ın evrensellik iddiasını tahakkuk
ettirecek yeni bir siyasetin inşası için zemin hazırdır. İzlenim dergisi
okurları bu heyecanın ilk şahitleri, dergi de Türkiye'deki İslamcılığın kendini
yeniden icat ederek İran Devrimi'ni geride bıraktığı bir mecra oluverir.
Türkiye
İslamcıları Batı Medeniyeti'nin iddia kaybını tespitte yalnız olmasalar da bu
kayıpla ne yapılacağı sorusuna verdikleri cevapla diğer -izm'lerden ayrıldılar.
Hintli tarihçi-düşünür Chakrabarty ''Batı'yı Taşralaştırmak''ta Hint
modernleşmesini bir kesişimsellik olarak okur, kitabın vurucu cümlelerinden
birinde Batı 'hem zaruri hem de yetersiz' addedilir. Hint tecrübesi kaçınılmaz
bir çoğulluk içerir. Türkiye'de ise bu kesişimsellik negatif bir biçimde tasdik
edilir. İslamcılara TC'nin bir sömürge devleti olduğunu söylerseniz dik
bakışlarla ödüllendirilirsiniz. Ne Hint ne de Arap tecrübesi denklik arzeder,
ama Japonlar! Orada ''Garbın eşyası, eğer kıymeti haizse yürür; / Moda şeklinde
gelen seyyie gümrükte çürür!'' (Akif, 1912) Ne Osmanlılar ne de Cumhuriyet
ruhun gümrük kapısını tutamamış, kendi kaderini tayin edememiştir. (Türklüğün
İslamlığa eşitlenme noktasındaki akametinin yarattığı delilik için bkz. İsmet
Özel) Davutoğlu'nun yoldaşı Mustafa Özel'in Japon modernleşmesi okumaları bedelini
ödeyen herkesin yaralanarak da olsa kendi modernliğini tecessüs ettirebileceğini
söyler. Öyleyse Yakup Kadri'nin acılarını dindirme vakti gelmiştir: ''Ben, asıl
ben, bu toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler ve unsurlarla
yoğrula yoğrula adeta sınaî, adeta kimyevî bir şey halini almışım.'' (Yaban,
1932) Hintliler ve diğer sömürge milletlerin kendi ufalanışlarına aşık oluşları
İslamcıyı güldürür, kişi ne yapıp edip tam olmalı. O zaman son bir kimya deneyi
gerekecek, hem 'öz'e işlemiş başkalıklardan arındıracak hem de bu özü bir daha
kimyanın nesnesi olamayacak şekilde ayrıştıracak bir simya!
İslam
İnsanı (homo islamicus) bu hayale matuftur. Varolmanın doğrusunun Batı'nın
tekelinden çıktığı yerde evrende tekliğini yitirir. 'Pekçok evren' (plurivers)
mümkündür der Cemil Meriç. Hem kavramı hem de bu kavrayışı Türkiye İslamcılarına
Meriç hediye eder. Bu yanıltıcı bir çokluktur, Gürbilek'in belirttiği gibi
Meriç'in bakışı ''Doğu’nun kendi içindeki ‘doğu’lulara nasıl hükmettiğini, ‘bu
ülke’nin muktedirlerinin nasıl muktedir olduğunu, mağdurun kendi mağdur
edilmişliğinde nasıl başkalarını mağdur etmesini meşrulaştıracak ideolojik
içerikler'' ürettiğine kördür. Sünnilik, Türklük veya patriyarkalliğin
yarattığı şiddeti konuşmak fitne olur.
'İslam
İnsanı' bu toprakların hammadesinden doğmalıdır. Ama bu yerlilikle sınırlanacak
birşey değildir, aksine yeni bir Ümmet'in ilk bireyi olacaktır. Kuran ve hadise
indirgenmiş bir dağarcık üzerinden Peygamber'in vazettiği öze nail olmak arzusu
tefsirden iktisada yepyeni bir yorumlama pratiğinin gelişimine kapıyı aralar.
Hayrettin Karaman'ın klasikleşmiş İslamlaşma tartışmalarından Sabahattin
Zaim'in 1978 tarihli 'İktisadi Faaliyetlerde İslami Davranış Tarzı'na
arındırılmış bir değerler dünyasına çağrı vardır. Zaim'in dediği gibi
''Müslüman adamda direksiyon, İslam ahlakve fazileti, motorü bilgisidir. İisi
birleşince müslüman adam teşekkül eder ve arzedilen iktisadi davranışlarıyla
dengeli bir iktisadi düzenin gelişmesini sağlamış olur.'' 60'ların davranışçı
psikolojisi 'ulusal karakter' çalışmalarının epistemik zeminini oluşturur: ülkemizde
çok okunmuş Ruth Benedict'in Kılıç ve Krizantem'inde icra edildiği şekliyle bir
toplumun karakteri onun davranışlarını örgütleyen değerler dizgesinin
deşifresiyle açığa çıkarılabilir. Davranışçılığın daha da önemli sonucuysa
davranışların farklılaşmasıyla değerler dünyasının da dönüştüğünü anlatmasıdır.
Dikkatli bakılırsa bu tezin Amerikan modernleşme kuramının geleneksel toplumdan sanayi
toplumuna geçişi düşünürken temel aldığı çerçeve olduğu görülebilir. Alanın öncüsü
David Lerner tüm dünyayı Ankara'nın Balgat köyündeki bakkalın başlattığı sessiz
devrimi alkışlamaya çağırır.
Sabahattin
Zaim bu emperyal projeyi, projenin üst-çerçevesine dokunmadan, tersine
döndürmek teziyle çıkagelir. Zaim tekbaşına değil pek tabii, ne de bunlar
sadece Türkiye'de oluyor: Fazlur Rahman'dan Ali Şeriati'ye pekçok Müslüman
düşünür de özgün bir diriliş projesinde ortaklaşır. ''Dilce susup / bedence
konuşulan bir çağda'' insan bir bilinçten çok yoğrulmayı bekleyen bir hamur
görünümü verir. Bu hamuru, bu yeni insanı yoğuracak 'alternatif bir paradigma'nın inşası 90'larda başlar. Batı paradigmasına karşı yapılan, Ali Köse'nin Freud ve Din'i gibi, bir düzine meydan okuma İlahiyat fakültelerinin nesneler
dünyasını tomurcaklandırır: bugün din psikolojisinden din sosyolojisine ve din
eğitimine Edebiyat Fakültesi simetrik olarak İlahiyatların içinde üretiliyor.
Başbakan'ın
dindar nesil yetiştirme sözü bir belagat oyunu değil. Ahmet Taşgetiren ''bu
insanı inşa etmenin gerekliliğini vurgulamak, bu insanın inşasına karınca
kararınca zemin hazırlama''nın bugün Müslümanların asli sorumluluğudur diyeli
tam 25 yıl oldu. Evrenselin (universal) parçalanışını üniversitenin
(universitas) parçalanışı takibediyor. AKP'nin 12 yılı tekmili birden İslam
insanını her veçhesiyle inşa edecek bilimlerin kuruluşuna mihmandarlık etti.
Bugün Türkiye'de seküler vs. laikten ziyade, yeni bir evrenseli ve insanı
yaratım kibrine kendine kaptırmışlığın sahicilik jargonuyla taçlanmış müdanasızlığı
söz konusu.
No comments:
Post a Comment