Friday, January 3, 2014

TC'den sağçıkma stratejileri 1: hükümet ve devleti ayrıştırmak (örn. Mustafa Sarıgül)


Türkiye'de siyasal alanın kuruluşu üzerine kitap enflasyonu var, ama tüm bu kitaplar kuruluşa dair, bunun anlamına dairse yazılan şeyler çok kısıtlı. Ulus Baker'in kısa kitabı hoş olsa da özgür ruhundan olacak baya havada kalıyor. Üzerine çalıştığım iki makale var: biri erken dönem teşkilat-ı esasiye tartışmaları ve atatürk'ün iki bedeni, diğeriyse teşkilat ve 'şiddet' sorunu, teşkilatın şiddeti önceli olarak tanıması meselesi. bunların günümüzle ilişkisini kurma teşebbüsleri de diyebiliriz bu sağçıkma stratejileri için. egemenliğin tek bir şey olmadığını genelde unutmaya meyyaliz çünkü schmitt okuyup twitter'dan dünya kurtarmak kolay, kimsenin cumhuriyetin unutulmuş yazarlarının unutulmuş dergilerindeki yazılarına bakmaya haceti yok, baksak bile ideolojiden başka birşey göremiyoruz. siyaseti veya dünyayı rasyonelleştirmeye gerek yok, lukacs'ın veya ülgener'in deyişiyle (negatif anlamda değil) irrasyonel bir şey bu dünya: hesaba kitaba gelmiyor, ve olan olduğuyla da kalmıyor, olmadıklarını, olurmuş gibi yaptıklarını, olacakları da yükleniyor ve kendisinden fazlası oluyor (durkheim'ın toplum tanımı da bu değil mi?) [bkz. EK]


Olmasaydın olmazdık ya da neden annelerimiz bizi yabancılardan bir şey, bir hediye almamamız için uyarır?



Türkiye'nin bir cumhuriyet mi demokrasi mi olduğu sorunu 80 anayasasının metninde, ilk 5 maddede görülebilir. iki farklı tanım, ve iki farklı tanıma göre farklı anlamlar taşıyan kategoriler var. bu iki konfigürasyon ve sonuç olarak açığa çıkan çatışma alanları, türkiye'de siyasal alanın hem parçalılığını hem de bir anda çok farklı alanların biraraya gelmesine imkan tanıyor.

misal; akp'nin cumhuriyetleşmesi, son 10 senede nasıl bir dönüşüm yarattıysa aktörler açısından, cemaatin bunu sekteye uğratıp 'demokrasi'ye transfer oluşu bu sefer yeni cumhuriyet'in kendini somutlaştırma sürecini inkitaya uğratıp sıvı halde bıraktı. (burada iki kavramı da açmaya vaktim yok ama normatif bir tanımla hareket etmediğimde anlaşılmıştır. halihazırda memleketteki analizlerin kolpalığı da a kitabından b düşünüründen yapılan tanımlarla analize başlamaktan ileri geliyor. ampirizm candır)

fakat asıl dikkat çekmek istediğim husus, cumhuriyetin temel işlemi, Agamben'in deyişiyle antropojenik işlemi: yani bir canlıyı, aynı anda hem bir siyasetin hem de bir yaşamın öznesi haline getiren işlem. Türk tarih tezinden güneş dil teorisine Türk nam bir arketipin yaratılmasının yanısıra bir de siyasal bir özne olarak Türk yaratıldı. ilk alanda birdolu çalışma mevcut, metodolojik olarak socially constructed kafasının ötesine geçememiş, dolayısıyla hala 'sembolik'te takılı kalmış olsalarda sürece dair çok şey öğreniyoruz.

ikinci alanda ise siyasal siyasete indirgendiğinden 'devlet' alanında gerçekleşen şeylere odaklanıyoruz. devlet alanının varsayılması bir yana bunun bir metafiziği olduğunu görmezden geliyoruz. Berkes ve Tunaya'dan Mete Tunçay'a ve bunların öğrencilerine iş partiler, özel isimler, meclise takılıp kalıyor. Tanzimat, itt, tc, atatürk, inönü'den ibaret bir siyaset tarihi var.

peki TC nedir? partilerin siyasetin dışında ne'yi yapar? ne'yi üretir? (deleuze'cüyüz evelallah)

Erdoğan'ın her konuşmasında bizle oldu, biz yaptık, biz mümkün kıldık deyişini hatırlarsınız. bu noktada antropologların çok sevdiği hediye kavramıyle düşünmek istiyorum. olmasaydı olmazdıkların tarihlerinden mürekkep bir ülkede yaşıyoruz. bunun bir hediye mantığı olduğunu düşünüyorum. açayım

Bruce Grant'in The Captive and the Gift: Cultural Histories of Sovereignty in Russia and the Caucasus (Cornell University Press, 2009) eserinde Rus çarlarının kafkaslarda nasıl egemenliklerini tesis ettiklerine dair sunulan analizde hediye vermenin siyasete öncelliği ve muhtemel her siyaseti ödenemeyecek bir borca tabi kılması anlatılır. ''imparatorluğun hediyesi'' istenildiği için verilmez, imparatorluj bunu verir, almaya mecbur bırakır, bunu almaya ihtiyacınız olacak bir dünyayı vücuda getirir. canını toprağını herşeyini alabilen devlet bunları almayabilir, ve tam da almadığında sana bunları hediye etmiştir. özgürlüğünüzü vatandaşlığınızı verirken bunların alınabileceğini de önşart olarak öznenin hanesine yazar. bu anlamda öznellik bir egemenin hediyesi olarak kalır, öznenin asla ödeyemeyeceği kurucu bir borç.

cumhuriyet tam da böyle bir borç rejimi. kemalistlerin halkla ilişkisini kuran ilişki bu egemenin hediyesi: bir yandan egemenliği, hediyeyi verenlere verirken, bir yandan da, hediyenin öznelerini cumhuriyete borçlu bırakan değiştokuş: tek taraflı veriş, ölümüne alış.
Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
               İsmet Özel, Amentü

Cumhuriyetin olmasaydı olmazdık'ı böyle birşey, ten kaygusu yüklü ağır bir haç.

mikrodan makroya sıçaramak üzere olan bir örneğine bakalım. Arkadaşım Pınar Üstel'in sabancı'da yazdığı master tezi kadınlar ve yaşlanma tecrübesi üzerineydi, şişli'de yaşlılar evinde çalıştı aylarca, ama yaşlanmadan çok sarıgül dinledi, sarıgül sevgisi çıldırmasından akıl sağlığını koruyup üstüne bir tez yazdı. şişli'de oturanların ekseriyeti de bu halde büyülenmiş durumda.

belediyecilik bakımından neyi nasıl yaptığını geçelim, ama performansıyla insanlara hakettikleri yaşamlardan fragmanlar sağlıyor. sokak temizliği, mahalle faaliyeti, yüzyüzelik, eyüp sultan'da yaşlılarla sabah namazı vb. vb. sarıgül normalde vatandaşlık hakkı olarak devletin insanlara borçlu olduğu temel hizmetleri belediye bünyesinde varederek cumhuriyetin temel işlemi dediğim şeyi yeniden üretiyor: hediye ediyor.

türkiye'de temel mesele hükümetle devletin farklılaşmamış olması. vatandaşlıktan ileri gelmesi gereken hakların (hakedişlerin desek daha güzel olur), temel barınma ihtiyaçlarından yaşlılar evi gibi bir toplumsal kullanıma açık mekanın düzenlenmesine, herşeyin ancak ve ancak birinin hediyesi olarak varolabilmesi bu ülkede siyasalın imzası. bunlar hakkımız olduğu için değil de egemenin lütfu olarak geldiği sürece birşey değişmeyecek.

(sol siyaset ve hak arama mücadelesi dev önemli ama bu mücadeleyi doğru zeminde mi yapıyoruz emin değilim. ilkel birikimin yanında hediyeyle mücadele etsek nasıl olurdu? bir antropoloğun dediği üzre: ben soru soruyorum siz cevap veriyorsunuz, çünkü sorunun ne olduğun bildiğinizi zannediyorsunuz, ben soruyu doğru sorduğumuzdan emin değilim [saba mahmood])

bu anlamda atatürk'ten erdoğan'a ve sarıgül'e karşımızdaki siyaset figürleri egemenliğin hediyesiyle yükseliyorlar. oyları bölmeyin demek, hediyeye sadakatsizlik edemezsiniz demek, sonuçta rabbim size sarıgül'ü göndermiş.

(liberal be bu! cık cık yapan arkadaşlar: devrimden sonrasına ömrüm yeter mi bilmiyorum o vakte kadar biraz huzur istiyorum) kızlı-erkekli kalmaktan doğuma vb. tüm yaşam tarzı meseleleri bu ülkenin ilk gününden beri devletin idaresine verilmiştir. akp garip birşey yapmıyor, sadece bu idarenin eksenlerini farklılaştırıyor.

ikinci yazıda bu farklılaşmayı pierre rosanvallon ve philip petit etrafında kurucam.


EK:

devletimizin merasimleri olsun, türklüğü üstlenenler olsun, ne mutlu türküm diyeneciler olsun bunlar ne? diye soruldu öznellik argümanım çerçevesinde. TC'nin kurumsallaşması ve kurumsal pratikler üzerinden bir ideoloji halini alması tabi ki vuku buluyor. benim dediğim tüm bu ideolojinin yanıbaşında ona öncel başka birşey olduğu, bu yapıyı ayakta tutan bir borç olduğu. ideolojinin borcun doğallaşması olduğu. sevgiler

No comments:

Post a Comment