Tuesday, April 1, 2014

Mağduriyet Edebiyatından Doğan Güneş: 'İslam İnsanı'



''Siz şanslısınız, Foucault'lar felan.. bizim zamanımızda Kuhn ve Feyerabend daha yeni çıkmıştı, kendimizi savunamıyorduk. Paradigma lafını keşfettik de hayatımız değişti'' demişti bugün bir felsefe fakültesinde hocalık yapan ağabey. Sesini duyurabilmesi için surda mukaddes bir gedik açılmasını bekleyen İslamcılardan biriydi, ve yalnız değildi. Bugün safsatadan ibaret örneklerini Yusuf Kaplan'ın vatan millet sakarya eksenli hükümet apolojilerinde gördüğümüz post-yapısalcılığın bilgi üretimi sahasındaki İslamcılar için önemi varoluşsal. Bunu anlamak için ilahiyat fakültelerine hapsolmayı kabul etmeyen, İslamın hayatın tüm veçhelerini saran bir fikriyat olduğu gerçeğini toplumsal bilimlerde de göstermek isteyen 70'ler İslamcılarına bakmalı. Erdoğan dahil Necip Fazıl'ın mümkün kıldığı bir 'iddia'da kendini bulmuş bu gençlerin ekseriyeti Ülkücü hareketin içinde 'dini hassasiyetleri' baskın kaçmış, Akıncılar vb. gruplarda toplanmıştı. Fethi Gemuhluoğlu (Petrol Vakfı) ve Topbaşların hamiliği, Mehmed Zahid Kotku'nun çevresi zamanla bu gruplardan yeni bir 'ideolocya örgüsü'nü nakşedecek kadroyu devşirdi.
            Milli Nizam'ın ve dolayısıyla Anadolu İslamcılığının kuruluş yıllarındaki bu ekibin temel meselesi, dönemin Marksistlerine benzer bir şekilde, yerli kalkınmaydı. Lakin bu kalkınmanın sadece iktisaden yerli olması yetersizdi, insanı da yerli kılmalıydı. Metaya saplanmış bir hayat, kapitalist ya da sosyalist, Müslümanların amacı olamazdı. Müslümanlar için II. Meşrutiyet'ten beri derinleşen yara etraflarını kaplayan madde dünyasının, kapitalizmin yarattığı yeni sosyalliklerin, mekanların ve öznelliklerin sunduğu 'özgürlük'ün şarkta yarattığı tenakuz, bir cuma hutbesinde beynimi deler şekilde ifade olunduğu şekliyle: Batı tanrıtanımaz, ailetanımaz, ahlaktanımaz bireyciliğe yol açıyordu. Ama bunun da ötesinde iş Müslümanlara gelince adaletin adaletsizlik, hakkın haksızlık olarak tecelli ettiği bir tezgah söz konusuydu. Balkan savaşlarında zirvesini bulan haykırış Türkçülüğe evrildi, lakin bu kurtuluş İslam'ı kurtarırken dönüştürdü. Necip Fazıl'ın bu dönüşümün doğallaştırılmasını nasıl tersine çevirdiğinin altı ne kadar çizilse eksik kalır: Son Devrin Din Mazlumları'ndan İman ve Aksiyon'a hem tarihyazımını hem de tarihin öznesini yeniden örgütleyen bir söylemi icat ederek, Serdengeçti'yle beraber, yeni bir siyaseti ve öznesini kurmuştur.
            70'ler İslamcısı bu zeminde sesini bulur bulmaz karşısına Politzer'iyle bir genç dikilir. Bu nesilden birçok kişinin tanıklıklarında 'maddeci felsefe' karşısında duyulan acziyet ve Marksizmle karşılaşmalarda mağlubiyetin verdiği hınçtan doğan bir arayış maddenin ihaneti karşısında tarihe sığınır. 'Şimdi'de ontolojik istikrarını temin edemeyen bir düşünce ancak geçmişi şimdiye karşı yeniden yazarak geleceği -bugüne dokunmadan- kendisini bulacağı bir projenin mekanı olarak bakabilir. Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu ve Sabahattin Zaim gibi fikir dünyasının milliyetçi mukaddesatçı münevverlerin (aydın değil, haşa!) kanatları altında 'bu ülke'nin hem nasıl başkalaştığı hem de nasıl kendisi olacağı tartışılmaya başlandı. Muhafazkarlar İttihatçıların dini vicdan meselesine indiren reformuna karşı Asım'ın Nesli'ne layık görülen diğer bir reform projesini 'bu topraklar'ın asli mayasına uygun buldular. Bu kuram, her kuram gibi, belli bir estetikle geliverdi: Akif maddeciliğin şimdiki zamanı nesnelliğe indiren yapısından çıkış olarak, vicdanın vicdanı aşan hislenişlerinin toplumsalı nasıl katettiğini gösteren sahneler yarattı. Tasvirin, görülenin görme eylemini örgütlediği bu anlatıların öznes içten yanmalı motor misali sürekli sıkışarak eyleme enerjisi bulur. Necip Fazıl'ın aksiyon'u bir hareketten ibarettir, 'amel' kavramını Akifçi bir şekilde zühtten kurtarıp üretim anlamında yaratıma dönüştürür. NFK'nın eseri yeni bir siyasal-ilahiyat tezi olarak okunmayı bekliyor, şimdilik bu yeni öznenin iktisadın sadece maddeyi değil insanı da aslına, fıtratına döndürecek kişi olduğunu belirtelim.
            Sabahattin Zaim'in ve ardısıra talebelerinin sıklıkla dillendirdiği şu tez bu öznenin ilk sözcükleridir: ''modern iktisat sınırlı kaynaklarla sonsuz arzu ve ihtiyaçları karşılamanın bilmi olduğu iddiasında, lakin burada belli bir insan tasavvuru ve onun alem tasavvuru konuşmakta: Homo Economicus.  Allah'ın yaratmasında sınır yoktur, arzu ve ihtiyaçlar sonsuz değildir, düzenlenmeleri gerekir. Sorunu iktisat biliminin arzettiği şekilde tanımlamak bu tasavvuru benimsemek demektir. Öyleyse yeni bir insan tasavvuru elzemdir, ancak bu insan yeni bir iktisadı mümkün kılabilir.''
            Bugün AKP bu mirasın üzerinde yükselmiştir. Uzun bir süre iktisada ve tarihe sıkışmış, bu vakitte ise İslam İnsanı'nın kayıp idealine kafa yormuş İslamcılık toplum bilimleriyle 90'lardaki karşılaşmasından, artık sabitelerini yitirmiş ve görecelileşmiş bir dünyada zaferle çıkmış bu yeni İnsanı imal edecek ''şimdi''yi temellük etmiştir. Hıncın yerini yaratmanın kibri alır. 


2 comments:

  1. İslamcıların, yatay ve düşey evrimlerinin nihayetinde tasavvur edebildikleri Yeni İnsanın mottosu:
    Çalıyor ama çalışıyor.

    ReplyDelete
  2. SA. Sabahattin Zaim'den aktardığınız alıntının kaynağını öğrenebilmem mümkün müdür? bir yazımda ben de kullanmak istiyorum lakin kaynağını bilmek ve bağlamıyla okumayı da tercih ederim. Tşk.

    ''modern iktisat sınırlı kaynaklarla sonsuz arzu ve ihtiyaçları karşılamanın bilmi olduğu iddiasında, lakin burada belli bir insan tasavvuru ve onun alem tasavvuru konuşmakta: Homo Economicus. Allah'ın yaratmasında sınır yoktur, arzu ve ihtiyaçlar sonsuz değildir, düzenlenmeleri gerekir. Sorunu iktisat biliminin arzettiği şekilde tanımlamak bu tasavvuru benimsemek demektir. Öyleyse yeni bir insan tasavvuru elzemdir, ancak bu insan yeni bir iktisadı mümkün kılabilir.''

    ReplyDelete