''Siz şanslısınız, Foucault'lar felan.. bizim zamanımızda
Kuhn ve Feyerabend daha yeni çıkmıştı, kendimizi savunamıyorduk. Paradigma
lafını keşfettik de hayatımız değişti'' demişti bugün bir felsefe fakültesinde
hocalık yapan ağabey. Sesini duyurabilmesi için surda mukaddes bir gedik
açılmasını bekleyen İslamcılardan biriydi, ve yalnız değildi. Bugün safsatadan
ibaret örneklerini Yusuf Kaplan'ın vatan millet sakarya eksenli hükümet
apolojilerinde gördüğümüz post-yapısalcılığın bilgi üretimi sahasındaki İslamcılar
için önemi varoluşsal. Bunu anlamak için ilahiyat fakültelerine hapsolmayı
kabul etmeyen, İslamın hayatın tüm veçhelerini saran bir fikriyat olduğu
gerçeğini toplumsal bilimlerde de göstermek isteyen 70'ler İslamcılarına
bakmalı. Erdoğan dahil Necip Fazıl'ın mümkün kıldığı bir 'iddia'da kendini
bulmuş bu gençlerin ekseriyeti Ülkücü hareketin içinde 'dini hassasiyetleri'
baskın kaçmış, Akıncılar vb. gruplarda toplanmıştı. Fethi Gemuhluoğlu (Petrol Vakfı)
ve Topbaşların hamiliği, Mehmed Zahid Kotku'nun çevresi zamanla bu gruplardan
yeni bir 'ideolocya örgüsü'nü nakşedecek kadroyu devşirdi.
Milli
Nizam'ın ve dolayısıyla Anadolu İslamcılığının kuruluş yıllarındaki bu ekibin
temel meselesi, dönemin Marksistlerine benzer bir şekilde, yerli kalkınmaydı.
Lakin bu kalkınmanın sadece iktisaden yerli
olması yetersizdi, insanı da yerli kılmalıydı. Metaya saplanmış bir hayat,
kapitalist ya da sosyalist, Müslümanların amacı olamazdı. Müslümanlar için II.
Meşrutiyet'ten beri derinleşen yara etraflarını kaplayan madde dünyasının,
kapitalizmin yarattığı yeni sosyalliklerin, mekanların ve öznelliklerin sunduğu
'özgürlük'ün şarkta yarattığı tenakuz, bir cuma hutbesinde beynimi deler
şekilde ifade olunduğu şekliyle: Batı tanrıtanımaz, ailetanımaz, ahlaktanımaz
bireyciliğe yol açıyordu. Ama bunun da ötesinde iş Müslümanlara gelince
adaletin adaletsizlik, hakkın haksızlık olarak tecelli ettiği bir tezgah söz konusuydu.
Balkan savaşlarında zirvesini bulan haykırış Türkçülüğe evrildi, lakin bu
kurtuluş İslam'ı kurtarırken dönüştürdü. Necip Fazıl'ın bu dönüşümün
doğallaştırılmasını nasıl tersine çevirdiğinin altı ne kadar çizilse eksik
kalır: Son Devrin Din Mazlumları'ndan
İman ve Aksiyon'a hem tarihyazımını
hem de tarihin öznesini yeniden örgütleyen bir söylemi icat ederek,
Serdengeçti'yle beraber, yeni bir siyaseti ve öznesini kurmuştur.
70'ler
İslamcısı bu zeminde sesini bulur bulmaz karşısına Politzer'iyle bir genç
dikilir. Bu nesilden birçok kişinin tanıklıklarında 'maddeci felsefe'
karşısında duyulan acziyet ve Marksizmle karşılaşmalarda mağlubiyetin verdiği
hınçtan doğan bir arayış maddenin ihaneti karşısında tarihe sığınır. 'Şimdi'de
ontolojik istikrarını temin edemeyen bir düşünce ancak geçmişi şimdiye karşı
yeniden yazarak geleceği -bugüne dokunmadan- kendisini bulacağı bir projenin
mekanı olarak bakabilir. Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu ve Sabahattin Zaim gibi
fikir dünyasının milliyetçi mukaddesatçı münevverlerin (aydın değil, haşa!) kanatları
altında 'bu ülke'nin hem nasıl başkalaştığı hem de nasıl kendisi olacağı
tartışılmaya başlandı. Muhafazkarlar İttihatçıların dini vicdan meselesine
indiren reformuna karşı Asım'ın Nesli'ne layık görülen diğer bir reform
projesini 'bu topraklar'ın asli mayasına uygun buldular. Bu kuram, her kuram
gibi, belli bir estetikle geliverdi: Akif maddeciliğin şimdiki zamanı
nesnelliğe indiren yapısından çıkış olarak, vicdanın vicdanı aşan
hislenişlerinin toplumsalı nasıl katettiğini gösteren sahneler yarattı.
Tasvirin, görülenin görme eylemini örgütlediği bu anlatıların öznes içten
yanmalı motor misali sürekli sıkışarak eyleme enerjisi bulur. Necip Fazıl'ın aksiyon'u bir hareketten ibarettir,
'amel' kavramını Akifçi bir şekilde zühtten kurtarıp üretim anlamında yaratıma
dönüştürür. NFK'nın eseri yeni bir siyasal-ilahiyat tezi olarak okunmayı
bekliyor, şimdilik bu yeni öznenin iktisadın sadece maddeyi değil insanı da aslına, fıtratına döndürecek kişi
olduğunu belirtelim.
Sabahattin
Zaim'in ve ardısıra talebelerinin sıklıkla dillendirdiği şu tez bu öznenin ilk
sözcükleridir: ''modern iktisat sınırlı kaynaklarla sonsuz arzu ve ihtiyaçları
karşılamanın bilmi olduğu iddiasında, lakin burada belli bir insan tasavvuru ve
onun alem tasavvuru konuşmakta: Homo
Economicus. Allah'ın yaratmasında sınır yoktur, arzu ve
ihtiyaçlar sonsuz değildir, düzenlenmeleri gerekir. Sorunu iktisat biliminin
arzettiği şekilde tanımlamak bu tasavvuru benimsemek demektir. Öyleyse yeni bir
insan tasavvuru elzemdir, ancak bu insan yeni bir iktisadı mümkün kılabilir.''
Bugün AKP
bu mirasın üzerinde yükselmiştir. Uzun bir süre iktisada ve tarihe sıkışmış, bu
vakitte ise İslam İnsanı'nın kayıp
idealine kafa yormuş İslamcılık toplum bilimleriyle 90'lardaki
karşılaşmasından, artık sabitelerini yitirmiş ve görecelileşmiş bir dünyada
zaferle çıkmış bu yeni İnsanı imal edecek ''şimdi''yi temellük etmiştir. Hıncın
yerini yaratmanın kibri alır.
İslamcıların, yatay ve düşey evrimlerinin nihayetinde tasavvur edebildikleri Yeni İnsanın mottosu:
ReplyDeleteÇalıyor ama çalışıyor.
SA. Sabahattin Zaim'den aktardığınız alıntının kaynağını öğrenebilmem mümkün müdür? bir yazımda ben de kullanmak istiyorum lakin kaynağını bilmek ve bağlamıyla okumayı da tercih ederim. Tşk.
ReplyDelete''modern iktisat sınırlı kaynaklarla sonsuz arzu ve ihtiyaçları karşılamanın bilmi olduğu iddiasında, lakin burada belli bir insan tasavvuru ve onun alem tasavvuru konuşmakta: Homo Economicus. Allah'ın yaratmasında sınır yoktur, arzu ve ihtiyaçlar sonsuz değildir, düzenlenmeleri gerekir. Sorunu iktisat biliminin arzettiği şekilde tanımlamak bu tasavvuru benimsemek demektir. Öyleyse yeni bir insan tasavvuru elzemdir, ancak bu insan yeni bir iktisadı mümkün kılabilir.''