Saturday, January 28, 2012

Badiou Röportajı (2010)


Express Dergisi 116'da yayınlandı. (2010 10. ayı felandı yaptım röportajı) Ben daha basılı halini görmüş değilim, yani ne şekil bastılar bilmiyorum (günahlarını almayayım zannedersem sayfaları göndermiştiler de bulamadım), bende bu var. Hazır Plato çevirisini yayınlamışken.

Çeviribilim'de çok güzel bir yazı çıkmış Sabri Gürses imzalı, Badiou'nün tercümesi hakkında OKU
bu yazıda aşağıdaki mülakata referanslar var, çok mesudum.


laptop'tan çektiğim foto. 






‘‘KAPİTALİZMİN MEKTEBİNDEYİZ’’

Selim Karlıtekin

Alain Badiou’yle, New York’ta bir hafta içinde verdiği onbirinci dersin ardından buluştuk. Zizek ve Udi Aloni’yle ortaklaşa verdikleri son konferansta Filistin meselesi Antigone üzerinden tartışıldı. Badiou bir soruyla başladı ‘bir halkın varolması ne demektir?’, ‘Filistin göstermiştir ki, direnmektir. Belki çok kırılgan bir gerçeklik Filistinlilerin ki, ama Filistin halkı varolmanın anlamını işaret ediyor, direniyor’. Antigone’la Filistin arasında bir fark var ‘Antigone kendini kurban etmişti. Bizim Antigone’umuz, biz sonsuza kadar yaşarız’ diyerek bitirdi. Varoluşun gerçeğinin hakikate sadakatle imkanlı olduğunu söylediğimizde, hakikat şimdi de evrenselin biçimini aranır. Alain Badiou’de komünist hipotez bu arayışın adıdır, bu isimle müsemma olanlar için yaşam direnişe dönüşür. Badiou yaşamı nasıl varedebiliriz sorusuyla komünizmin 21. Yüzyılla ilk felsefi hesaplaşmasını sürdürüyor, dinlemek ve direnmek için şimdi St.Paul kilisesi (son konferans için bu kiliseyi kendisi istemiş), 204 numaralı odadayız[1].

- Bugün yeni bir Plato çevirisi niçin gerekliydi, sizin için bu nasıl bir zorunluluk halini aldı?

İki temel nedenim var. İlki, bugün temel felsefi sorun kanaatimce diyaletktik fikrinin dönüştürülmesidir. Hegelci-Marxçı anlamda diyalektik, geçen yüzyıl boyunca, devrimci siyaseti bulma teşebbüslerinin felsefei arkaplanını oluşturur. Diyalektiğin, olumsuzlamanın, karşıtlığın.. vb. neyle alakalı olduğuna dair birçok tartışma yapıldı. Tüm bunlar devrimin felsefi ufku bakımından çok önemlidir. Geçtiğimiz yüzyılın devrimci teşebbüsleri felsefe alanında da yorumlanmalı, sadece siyasi bir başarısızlık olarak değil, aynı zamanda felsefi bir şey olarak. Diyalektik materyalizm denilen şeyin bazı formlarının başarısızlığı.. Felsefedeki işimi, bir bakımdan diyalektik şemanın yeniden canladırılması olarak görüyorum. Şimdi, bu çeviriyle (soyut olarak değil), diyalektiğin kökensel kavranışına, Platonik diyalektiğe bakıyorum. Plato, Hegel’den çok uzun zaman önce, sadece diyalektik ismini önermedi, tam da ‘diyalektik’i –dialegesthai- önerdi. Uzun bir süredir Plato’ya olan ilgim matematik ve diyalektik ilişkisi çerçevesindeydi. Sonunda farkettimki varolan tüm Plato çevirileri akademik süperegoların ürünü, bir bakıma filolojinin diktatörlüğü altında felç geçirmiş halde. Bu ilk neden. İkinci olarak, Plato için diyebiliriz ki, dediklerinin modernize edilmesi gerekiyor. Devlet’i okuduğumuzda bilim, şiir ve siyasal forma dair tüm çağdaş tartışmaları görebiliriz. Plato’da tüm bunlar felsefe için harekete geçirilmiştir. Matematik, mimari, geometri, demokrasi, oligarşi gibi siyasal formlar... Tüm bunları yeniden yazmak istedim, Plato sanki bu kitabı bugün yazıyormuş gibi yazmak.. benle Plato arasında hayali bir birleşim..

- Plato’yu şimdinin sınırına taşımak gibi mi?

Kesinlikle. Ve Devlet’in metnini yaratmak, fakat çağdaş bir metin gibi değil, her zaman Yunanca metnin yakın bir okumasından başlarım, yani tamamen icad etmiyorum, Yunance metnin gerçek fikri var. Bunu müteakiben bu gerçek üzerinden kimi özgürlüklere gittim, fakat bu gerçeğin bir koşulu var ve bence bu önemli. Kesinlikle başka bir metni metnin yerine koymuyorum. Metin burada, ve metinden gerçekten de farklı bir şey yapıyor olabilirim, ama nihayetinde, bu fark –bence- metin tarafından gizlice öngörülüyor. Yeni referanslar var mesela, benim Platon’um Freud’u, Marx’ı biliyor.. ama Badiou’yü bilmiyor, Plato Badiou alıntılamıyor (gülüyor). Mesele şu ki ben böyle bir anakronizmi sunduğum zaman bu bir bakıma metnin kendisinin yasası altında oluyor, metni yaşayan, güncel bir yolla yorumluyorum. Metnin ufkunun genişletilmesi, metnin olumsuzlaması ya da tamamen kayboluşu demek değil. Arada metnin bazı kısımlarını hasıraltı ettim, çok değil, sadece metin bana bir gerçeklik vermediği zaman. Metin çok antropolojik olduğunda, çok somut ve Yunan toplumuna dair özelleştiğinde.. İki kısmı atladım. İlki III. Ve IV. Kitaplarda şiirin ahlaki değerlendirilmesi sorusuna dair uzun tartışma. Benim için çok uzundu, bir kısmını muhafaza ettim. Biliyoruz ki Platon’un zamanında Homer’in eseri eğitim kitabıydı, herkes Homer’i bilitdi. Homer bizim için de büyük bir şair ama eğitim sürecimizin ufku değil. Bundan dolayı benim için bu kısım fazlasıyla uzundu, tartışmayı muhafaza ettim kısaca. İkinci olarak ta öjenistik pratikler kısmını atladım. Özürlü çocukların öldürülmesi vb.[2] Bunlar Platon’un zamamında problematik değildi, çocukta bir hayvandı. Bunu modernleştirmenin hiçbir yolu yok, böyle bir pratiğin sadece faşist olduğuna hükmedebiliriz. Bunun Platon’un zamanında faşist bir pratik olduğunu söylemenin hiçbir anlamı yok, bu o zaman normaldi. Fakat bugün bu tamamiyle faşistliktir. Bunun gibi çok kısıtlı kesintiler. Diyalektik düşüncenin ufkunda yeniden canlandırmak istediğim fikir çerçevesinde Plato’nun teşebbüsünü düzenledim -düşüncede diyalektik materyalizm istikametinde. Sadece yeni bir Platon yorumuyla değil, yeni bir Plato metniyle de!
            Soruna gelecek olursam, neden yeni bir yorum değil de yeni bir metin.. çünkü, Plato’nun metni çok fazla yorumlandı, tarihin en çok yorumlanmış metnidir. Fakat metin bu yorumların altında kayboldu. Benim yorumum da kişisel, fakat ben yorumumu yeni bir çeviriyle yapmayı tercih ettim, eski metnin bir yorumu olarak değil. Tabi denilecek ki, bu Platon’un metni değil, Badiou’nün metni.. felan filan, derdim değil (gülüyor). Ve pek tabi polemikler başlayacak, doğal olarak [metinle ilgili] sorunumu meşrulaştıracağım, açıklayacağım uzun bir giriş yazacağım. Nihayetinde genel felsefi gerekçem diyalektik materyalizm görüşünün yenilenmesi; olumsuzlama kavramının önemi, diyalektik ve matematik arasındaki yeni ilişki, eski siyasal biçimlerin yeni eleştirisinin önemi, komunist hipotezin yeni formu.. Tüm bunlar Platon’un metninin gerçeğinde var, [çevirimde bunlar] –metinde varolan- yeni bir tasarım ve yorumla veriliyor.

- Metinden geldiğini söylediğiniz bu yeni yorumu -ki siz metinde bu farkın kayıtlı olduğunu söylüyorsunuz- komünist hipotezin varoluş koşullarını yeniden düşünme teşebbüsünüzle birlikte düşünürsek, bu Platon çevirisinin, metni yeniden yazışınızın komunist hipotezle, komunizm düşüncesiyle nasıl bir ilişkisi var?

Biliyorsun ki, çok önemli bir husus Marksizmden ve tüm diğer çağdaş devrimci felsefeden evvel, ilk komunistin Platon oluşudur. Bu 19. Yüzyıl yazarları için, kendi kendisini yetiştirmiş, felsefe bilgisi olan işçiler için açık ve netti, Platon ilk komunistti. Yeni bir şey söylemek için diyalektiğe geri dönüşümle aynı gerekçeden, komunist hipotezin kökenine, yeni bir şey söylemek için dönüyorum. Burada komünist hipotez ne Marx’taki gibi tarihi ne de Fourier’de ki gibi ütopik. Platon’un önerisinin bizler için ilginç olmasının sebebi bu programın gerçekleşmesine, derhal imkanlı olup olmamasına karar vermeksizin, toplumsal örgütlenmye dair rasyonel bir hipotez sunmasıdır. Gerçekleşmesi imkansız bir fikir olduğunu söylemiyor. Sokrates, Devlet’in 9. Kitabının sonunda Glaukon’la tartışırken, Glaukon bu yönetimin bir örneği var mı diye soruyor. Platon’un cevabı çok ilginç: bir yerde var, buna benzer şeyleri gerçekleştirme teşebbüsleri oldu, belki de bunları hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz, bazı yerel deneyimler ki bunlar alakaya layık olabilir, fakat en nihayetinde bunun olmuş olması veya olacak olması önem arzetmiyor[3]. Yani, komunist hipotezi bugün imkanlı haliyle gerçekleştirmeyi düşünelim, Marx’ta olduğu gibi tarihin bir ufku olarak değil, Marx’ta tarihsel zorunluluk komünizmi getiriyor, ben buna komünist hipotezin ilk evresi [1792–1871] diyorum, buna hipotezin tarihi vizyonu da denilebilir. Marx’ta ki haliyle komunizm çok muğlak bir olgu, belki de çok inanılmaz [incroyable]! Ve hiç de Lenin ve Stalin’in muzaffer vizyonunda olduğu gibi yeni bir devlet sürecinin siyasi ismi de değil. Ne Marksist ne de Leninisttir Platon’un vizyonu, ve bu vizyon bizim durumuz için münasiptir. Ve tam da bu yüzden, paradoksal bir biçimde Platon’un komünist vizyonuna dönüş bizler için ilgi çekicidir. Bunun komünist hipotezi takdim etmenin tek yolu olduğunu söylemiyorum.
            Platon’da aristokratik anlamda bir komünizm var, sadece toplumun bir kısmı için. Eğer Platon’un önerisini evrensel olarak ele alır ve bugüne uygularsak, göreceğiz ki işe yarıyor, metnin kendisinde bir problem yok. III. Kitabın başında Platon sınıflardan bahsediyor, köleler ciddi bir problem, işçiler var. Hiyerarşiye dair ahlaki bir vizyon sözkonusu. Tüm bunların [sınıfların] örgütlenişini yönlendirmek için gardiyanlar var: ortaklaşa varoluş (collective existence). Bu noktadan sonra Platon için tek mesele gardiyanlar. Kitabın geri kalanında ne köylüler var ne de işçiler. Sadece gardiyanlar, gardiyanların eğitimi, gardiyanları komunizmi, mülkiyetin yokluğu vb. meseleler tartışılıyor. Diyeceğim, bazı değişiklerle Devlet, komünizmin kitabı olabilir. Ve aslında diyebiliriz ki Platon toplumun sadece komünist kısmıyla ilgileniyordu, gerisi üretici bir makine gibi, Platon için felsefi bir önemi yok bunların. Felsefi olarak –toplumsal olarak değil- Platon komünisttir.

- Önümüzdeki hafta Jean-Luc Nancy İstanbul’da demokrasi üzerine bir konuşma yapacak. Komünist hipotez hakkında Nancy yakın zamanda yayınladığı eseri Demokrasinin Hakikati’nde bir dipnotta şöyle belirtiyor:
“Bu nedenle "komünizm", Alain Badiou'nun yaptığı gibi, bir hipotez olarak ileri sürülmekten ziyade- ve dolayısıyla kendisi klasik bir savaşımın şeması içinde ele alınan bir siyasi eylem tarafından doğrulanacak siyasi bir hipotez olmaktan ziyade- bir veri, bir olgu olarak; bizim ilk verimiz olarak koyulmalıdır. En başta, ortaklık helindeyizdir. Sonra şimdi olduğumuz şey haline geliriz: veri bir gerekliğin verisidir ve bu sonsuzdur.” (Monokl Yayınları, 2010, s.26n9)
Bunu polemik amaçlı paylaşmıyorum. Nancy’nin ‘komünist hipotez’ okuması hakkında ne düşünüyorsunuz merak ediyorum. Bu noktada, siyasal eylem çerçevesinde ‘komünist hipotez’ ne söylüyor?

Nancy’nin komünizm görüşü.. Nancy her şeyden önce komünizmi bir tür olumlu değerlendirme üzerinden alımlar (reconnaître). Vakt-i zamanında Nancy’ye son komünist olduğunu söylemiştim. Nancy’nin komünizm vizyonu ontolojik bir vizyondur, insan varlıklarının cemaatidir. Birlikte sahip olduğumuz! Müştereklik sorusu, tüm insanlığa müşterek olanın sorusu.. bu Marx’ın 1844 Elyazmaları’nda ki, insanın gerçekleştirilmesi olarak komünizm vizyonuna çok yakın, Marx’ta bunu gerçekleştirecek sınıf proleterlerdir. Dolayısıyla Marx’ta, sadece Nancy’de ki gibi komünizm müştereken sahip olduğumuz şeyin gerçekleştirilmesi değil, aynı zamanda, müştereken gerçekleştirilmesidir, çünkü bu gerçekleşimin düşmanları vardır, gerçekleşim sadece işçi sınıfının varlığıyla mümkündür. Nitekim işçi sınıfı kendisinde evrenseldir. Zannımca Nancy’nin ontolojik vizyonunda komünizm, tür-insanın varoluşunun imkanıdır, müşterekiz fakat bunun imlemini (signification) tarihsel olarak verecek araçlardan yoksunuz. Burada Marx’dan farklılaşıyor. Bu haliyle siyasal bir vizyon olamaz, tamamen felsefi teşebbüsün ideolojik vizyonu, tamamen ontolojik bir vizyon.            
            Ben komünist hipotezden bahsettiğimde doğal olarak felsefi bir vizyonu söylüyorum, fakat siyasal olabilirliğini gözönünde tutarak. Bu bir fark! Bu yüzden hipotezin değişik aşamalarından bahsediyorum, bu aşamalar ne ontolojide ne de felsefede, bunların doğası gerçekten de tarihi ve siyasi. Bence Nancy komünizmin felsefi belirleniminde, tarihi veya siyasal araçlar olmaksızın, duruyor. Ama komünist hipotez siyasal vizyon olarak tarihsel.. sadece ontolojik değil, aynı zamanda tarihsel de. Bu sebepten dolayı benim açımdan hipotezin değişik biçimlerini tartışmak çok önemli. Evre sorusu, felsefi belirlenimin, siyasal belirlenime çok yakın olduğu, siyasalı kateden bir nokta.

- Türkiye’de çoğu kişi sizi Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme adlı kitabınızla tanıyor. Bu kitabı okuyanlar için, Cep Panteon’unun[4] girişinde, Rousseau’nun insanın özsel olarak iyi olduğu argümanını tasdik edişiniz ufak bir şok yaratıyor. Zannetmiyorum ki iki tane Badiou olsun, fakat gene de bu ikiliği çözemedim. Siz bu ikisini nasıl bir araya getiriyorsunuz?

İnsanın bir bakıma iyi olduğunu tasdik etmeliyiz derken burada, kapitalizmin –insanlığın gerici (reactionary) vizyonu için temel oluşturan- insanı ahlaken kötü tanımlayışına karşı bir polemik yürütüyorum. Rousseau gibi, ve bu arada aynı sebepten, diyorum ki insan hayvanı iyidir; hakim [kapitalist] görüşe itiraz için söylüyorum. Herkes için bireyliğini aşıp, özne olabilmenin imkanlı olduğunu tasdik etmeliyiz. Siyasal süreçler, estetik tecrübeler, tüm bunlar imkanlı. Dolayısıyla insan iyi dediğimde bunu, özne olmaya dair evrensel bir imkan var olarak yorumlamalısın. Öznel olarak, gerçek hakikat sürecine müdahil olunulabilir. Bu tam da insan hayvanının, insan hayvanından fazlası olabileceğini söylemektir. Doğal olarak bunun gerçekleşmesi koşullara, olaylara vb. bakar. Dolayısıyla bir zorunluluk değildir, gerçekleşimi ontolojik bir etki değildir. Siyasal alanda bir olabilirliktir. Açıktır ki, insanın iyi olduğunu söylemek özgürleşme siyasetine angaje olmayı tasdiktir. Özgürleşme mümkündür. Bunu reddedersek, sonuç olarak çıkar ve kar yasasının en iyisi olduğunu, bunun tek gerçekçi siyaset olduğunu söyleriz, bugün hakim görüş budur.

- Biraz da güncel meselelere eğilelim istiyorum. Fransız hükümetinin burka yasağını eleştiren çok sert bir makale yazdınız. Bu yazı mütedeyyin medyada geniş yer buldu. Yasak yasası da geçtiğimiz günlerde Fransız meclisinden geçti. Burka giyen kadın 150, erkek ise 3000 avro civarı ceza alıyor, burada devletin önkabülü bu kadınların zorla burka giydiği. Ve aslında faillikleri hesaba dahi katılmıyor. Bu noktada Fransız sağı da solu da mutabık. Bu son gelişmeleri nasıl yorumluyorusunuz?

Öncelikle tüm bunların genel bağlamına çok dikkat etmeliyiz, yasa tartışmasını kadınlarla ya da erkeklerle kısıtlayamayız. Görmemiz gerekir ki, benim ülkemde, Fransa’da Müslümanlara karşı bu hareketler, uzun bir süre anti-popüler hareketlerdi. İşçi sınıfının büyük kısmı Afrika kökenliydi, bugün de böyle. Uzun bir zaman bu hareket aşırı sağla sınırlıydı, Le Pen için sorun oluşturuyordu. Bir değişim oldu, Müslümanların, Arap azınlıkların bazı yaşam biçimlerine saldırılar oldu, ‘medeniyetimiz için kabul edilemez’ denildi. Bir medeniyetler savaşı olduğu fikrine katılmıyorum. Tüm olan biten burjuvanın ve küçük burjuvanın bir kısmının günün popüler belirlenimiyle olan klasik mücadelesidir.
            Bu nüfusu ilgilendiren yeni bir yasa yapmak -sadece burka için bir yasa nüfusun bir kısmının damgalanmasıdır. Bir iki nesil içinde zihniyetler değişiyor, bu nüfus kendi yolunu buluyor. Bu sebepten dolayı yasaya mutlak surette karşıyım, burka taraftarı değilim. Yasa ‘erkek baskısı’nı değiştirecek, bu sorunu çözecek değil. Kadınlarla alakası yok. Bu yasa otorite hakkında, beyazların gerici bölümünü ilgilendiriyor. Ve bu noktada sağın ve solun çok tehlikeli birlikteliğini görüyoruz. Bence tamamen gerici bir yasa, ve ısrar ediyorum ki bağlama bakılmalı. Kesinlikle metafizik bir mesele değil, saçmasapan argümanlar var: demokraside –bir demokraside olduğumuzu var sayıyorum- yüzü ifşa etmek zorunluluktur, yüzünü ötekine göstermek mecburiyettir. Bu cumhuriyetçi Levinascçılık! (gülüyor) Levinas tamamen saçma (ridicule). Yüzümü polise ifşa etmekten hiçbir kişisel haz almıyorum. Ve ayrıca iddia edilebilir ki, demokraside gizlilik, muğlaklık hakkımız var. Tüm bu saçmalıklar tamamen retorik. Herkes, siyasetçiler, hepsi korkuyor, 19. Yüzyıl’da denildiği olduğu gibi ‘tehlikeli’ fakirlerden, işçi sınıfından korkuyorlar. Banliyöler üzerine olan yazıları okursan hiçbir şeyin değişmediğini görürsün, hep aynı hikaye: uyuşturucu, şiddet, kadınların baskı altına alınması vb. Çok ciddi bir süreklilik var bu noktada. Burada geleneksel olana, burjuvaziye bakmalı. Yasa bu fraksiyonun siyasi tepkisi.

- Sizce bu durum laikliğe dair içsel bir gerilimi açık etmiyor mu? Özel ve kamusal ayrımını yapıp, dini özelle kısıtladığınızda, bu iki alanın hiçbir zaman tam olarak birbirinden farklılaştırılamayışı sınır belirsizliklerine yol açıyor. Tüm bu belirsizlikleri modern devlet müdahale etmek için, hakim sınıfın gücünü kurmak ve yeniden üretmek için araçsallaştırıyor. Bugün kamusal ve özel ayrımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Somut bir durum söz konusu, varoluşun tüm alanlarında giderek artan bir özelleştirilmeye gidiliyor. Biçimsel olarak özel kamusal ayrımını yapmanın yolları var, parasını verirsen eğitim özel, devlette okursan kamusal vb. Bugün gerçek şu ki, ortaklaşa varoluşun her alanında özelleşmenin norm olduğu bir bağlamdayız. Fransa’da son 20 yılda devasa özelleştirme projeleri gerçekleşti, sosyalist hükümetler dahi bunda yer aldı. Jospin hükümeti mesela, Air France’ın özelleştirilmesi. Bence bugün mesele bu özelleştirme hareketinin –ordu, polis, hapishaneler dahi özelleşiyor- kapitalizmin kendisinin dışında (hors du capitalisme) yeni bir mekanın yaratılmasıdır.
            Kapitalizm için pazarın genişletilmesi her zaman için temel bir sorun olmuştur, bir dönem için bu emperyalizmle gerçekleşti. Yeni mekan basitçe diğer ülkelerdi. Buna benzer emperyal faaliyetler bugün çok zor, çünkü bugün Asya’da da, Afrika’da da kapitalizm var. Dolayısıyla, bugün kapitalizm ülkelerin kendi içinde genişliyor. Uzun zamandır ortaklaşa sahip olunan şeyler özelleşiyor. Tüm bunları belirtiyorum çünkü, günümüzde özel ile özel olmayanı ayırmanın zorlaşması, herşeyin özelleştirilmesinden kaynaklanıyor. Her şey özel. Ama her şey özel olduğunda hiçbir şey özel değildir. Çünkü özelleştirme, ortaklaşa varoluşla diyalektik üzredir.
            Bu nedenle bence, bulunduğumuz noktada kamusal - özel diyalektiği, özelin farklı formları arasındaki diyalektikle yer değiştiriyor. Devletin koruması altındaki özel ve korunmasız özel, çıplak özel. Büyük şehirler ve banliyöler gibi.. burada ‘özel’ sağkalım demektir. Bu bence devletin düşüşü değil, tam tersine devletin özelleştirilmesi, devletle hakim oligarşinin çıkarlarının tümden birleşmesi söz konusu.
            İfşa olmak zorunluluğu, kamuda özeli ifşa etme zorunluluğu da –facebook ve internette bunu görebiliyoruz- bu gelişmelerin bir parçası. Sonunda kamusalla özel arasında hiçbir ayrım kalmıyor, fakat herşey özel olduğunda, herşey kamusal da oluyor. Çünkü özelleşmenin farklı biçimleri var ve korumayı satın almak zorundasınız, bu noktada fukara mutlak surette iktidardan yoksundur ve özel yaşamı kurgudam ibarettir.

- Komünist hipotez ve siyasi eylemlilik noktasındaki vurgunuza geri dönecek olursak, özelleştirmeyle birlikte, Avrupa’nın her yerinde aşırı sağın yükselişini görüyoruz. Kısaca sorayım, ne yapılmalı?

Tüm gelişmekte olan ülkelerde, siyasal alanda bir şey yapabilecek dört grup var. Yapabilir diyorum, buna şu anda muktedir olduklarını söylemiyorum. İlki eğitimli gençlik: öğrenciler, Fransa’da çok aktif olan liseliler. Bu ortaklaşa eylemliliğe dair somut belirtiler gösteren, ve aynı zamanda komünist hipotez gibi bir şeyi, dünyayı dönüştürme iradesini tasdik eden ilk grup. İkinci grup, popüler gençlik. Bu birincisinden tamamen farklı. Genellikle bir önceki neslin işçilerinin çocukları –siyahlar, araplar vb. Büyük isyanlar başlatabilirler. Genel olarak, gerçek anlamda siyasal değiller, fakat 95’deki büyük isyanı da bu grup yaptı. Polisle, devletle sürekli zıtlaşıyorlar. Dağınık bir isyan durumu var, öznel bakımdan muğlak ve fakat şiddetli. Üçüncü grup işçi sınıfıdır. Dördüncü grup ise sıradan insanlar. Ne siyah ne de Arap, ne genç ne de öğrenci, çalışanlar, toplumun büyük kesimi, bunlar da bir şeyler yapabilirler, ama çok sık harekete geçmiyorlar. Bugünlerde Fransa’da milyonlar sokakta![5]
            Bu grup en son 1995 sonunda hareketlenmişti. Hiçbir şeyin imkanı yok demek yanlış. 1995’te Jupé hükümetinin yenilgisi [maaş kesintisi protestoları] örneğin, ya da 2006’da Villepin’in yenilgisi [yeni iş yasasına karşı proestolar]. Bunları çok iyi biliyorum, çünkü bu alanlarda çok aktifim. Mesela kağıtsızların (sans-papiers) çok enteresan örgütlenmeleri mevcut. Diyeceğim, bu dört grup birlikte bir şey yapabilir. Burada temel mesele bölünmüşlükleridir. Soruna net bir cevap vereceğim.
            Bu grupların ikisi, üçü, dördü arasında ilişkiler yaratılırsa, gerçek siyasal hareketlilik sağlanabilir. Mesele ideoloji meselesidir, örgütlenme, taktik ve strateji sorusudur. Şu anda bu gruplardan ikisinin ya da üçünün birlikte harekete geçtiği emsallerimiz yok. Mesela, popüler ve eğitimli gençlerin ittifakıyla gerçekten güçlü bir hareket olabilir, şimdilik böyle bir birlik yok. Hatta bazen karşı-hareketlenme dahi söz konusu. Mesela Villepin yasasına karşı eğitimli gençlik çok ciddi örgütlenirken, popüler gençlik bu harekette yoktu, kimi zaman iki grup arasında somut karşıtlıklar da doğdu. Bugün siyasal durum taktik bakımdan basit. Bu dört grubun varlığı sorunumuzu çözmüyor. Bence birlik, öncelikle bir tür müşterek ideolojiyi gerektiriyor. Burada mesele ideolojik, bu yüzden komünist hipotezden bahsediyorum. Farklı gruplara, açık çıkarlarıyla çatışmayan, yeteri kadar genel bir şey arıyorum. Ortaklaşa örgütlenmeden, bu çıkarları hesaba katmadan konuşabilirsiniz. Fakat bu o kadar basit değil, banliyö gençliğiyle okuyan gençliğin çıkarları farklı. Ortada öznel bir birlik yok. Öznel birlik, ideolojik öznel birlikten başlamalı. Buna inanıyorum.  Zor bir iş, ama bir imkan var. Bu grupların temsilcileriyle konuşmalı ve tartışmalıyız. Uzun bir yol, ama imkansız değil.

- Eğitimle alakalı olarak, Bologna protokolüyle Avrupa’nın her yerinde üniversiteler zayıflatılıyor, harç zamları, sosyal bilimlerin açlığa terkedilmesi, bölümlerin kapatılması vs. Mevcut durumun aciliyetine nasıl karşılık verilebilir?

Bence tüm bu olanlar genel durumla uyum içinde. Özelleştirme programını tamamen gerçekleştirilmesi.. bu noktada insan bilimleri, felsefe olan bitene ‘düşman’dır, bu açıktır. Üniversite sadece gelişime, özelleştirmeye hizmet etmeli. Üniversitenin işlevsel bir tanımlanması söz konusu, özel çıkarlarla üniversitelerin faaliyetleri tamamen örtüştürülmek isteniyor. Üniversite’nin eski formunu, insan bilimlerini yıkma teşebbüsü var.. ve mesele öğrenciler cephesinde buna karşı yeterli tepkinin verilmeyişidir, çünkü öğrenciler geleceklerine dair endişelerin tahakkümü altındalar. Gerçekten şaşırtıcıdır ki, bugün Sarkozy karşıtı hareketlerde başı liseliler çekiyor, üniversiteliler değil.

- Son olarak komünist hipotez ne tür bir evrensellik sunuyor? Komünizmi düşündüğümüzde, ne tür bir evrensellikten bahsediyoruz?

Bence bugün belki de ilk defa, enternasyonalizmin somut formunda evrensellik sorusu kesinkes bir zorunluluk arzediyor. Bu bakımdan bugün tam da Marx’ın istikametindeyiz. Hatırlarsın ki Manifesto’da Marx, komünistlerle işçiler arasındaki farkın enternasyonelizm olduğunu söyler. İşçilerin belirli bir ülkesinin olmaması benim için çok önemli. Tüm bunlar ikinci evrede [1917 – 1976, Mao’nun ölümü] sosyalizmin bir ülkede kurulması –ulus-devlet formunda kuruluyor!- fikriyle unutuldu. Sonuç olarak ulus-devlet formu komünist hareketler tarafından kabul edildi. Bu Marx açısından mutlak surette akıl almaz bir husus. ‘Bir ülkede sosyalizmin kuruluşu’ Stalinist bir olgudur. Stalin’in gücünü gösteriyor (gülüyor).
            Bence bugün mutlaka ve mutlaka komünizmin asli ilhamına, yani uluslarası siyasi gücün kuruluşunun, uluslararası ölçekte olması gerektiği fikrine dönülmeli. Ulus seviyesinde komünist hipotezden hiçbir canlılık umamayız, bu imkansız. Soruna cevabım şudur: bugün evrenselliğin somut biçimi, gerçekten de tek bir dünyanın varlığını, bu dünyanın varolan biricik dünya olduğunu, bu dünyanın belirlenimlerimizin, eylemliliğimizin mekanı olduğunu, ve bu dünyayı komünizm fikri altında gerçekleştirmenin dolayımsız bir zorunluluk olduğunu doğrulamaktır. Bu uzun bir yol, ulus formu bizden daha küresel. Kapitalizm, bizden çok daha küresel (gülüyor). Kapitalizmin mektebindeyiz.




[1] Metnin yayınlanması noktasındaki desteği için Meltem Ahıska’ya, metnin çeviriyazımını benimle paylaşan omuzdaşlarım Pınar Üstel ve Samet Yalçın’a, çeşitli safhalarda bu mülakatı imkanlı kılan Mustafa Emin Büyükcoşkun ile Juraj Anzulovic’e teşekkür ederim. Badiou’nün arkadaşı ve çevirmeni Susan Spitzer’e hem mülakat anında hem de çeviri esnasındaki yardımları için minnettarım.
[2] Badiou Devlet 460c’de ki tartışmaya atıfta bulunuyor. Plato burada aşağı dereceden gardiyanların çocuklarının ve özürlü çocukların ‘imha’sından bahsediyor (ayrıca bkz. 410a).
[3] Devlet’in IX. Kitabı, 597b vd.
[4] Petit panthéon portatif (La Fabrique éditions, 2008) Badiou’nün, Fransız felsefesinin tanınmış simalarının vefatları ardından yazdığı yazıların derlendiği, otobiyografik bir eser.
[5] Mülakatı yaptığımız esnada Paris sokakları, emeklilik yaşının yukarı çekilmesini ilgilendiren yasaya karşı protestolarla sallanıyordu.

No comments:

Post a Comment