Express Dergisi 116'da yayınlandı. (2010 10. ayı felandı yaptım röportajı) Ben daha basılı halini görmüş değilim, yani ne şekil bastılar bilmiyorum (günahlarını almayayım zannedersem sayfaları göndermiştiler de bulamadım), bende bu var. Hazır Plato çevirisini yayınlamışken.
Çeviribilim'de çok güzel bir yazı çıkmış Sabri Gürses imzalı, Badiou'nün tercümesi hakkında OKU
bu yazıda aşağıdaki mülakata referanslar var, çok mesudum.
laptop'tan çektiğim foto.
‘‘KAPİTALİZMİN
MEKTEBİNDEYİZ’’
Selim
Karlıtekin
Alain
Badiou’yle, New York’ta bir hafta içinde verdiği onbirinci dersin ardından
buluştuk. Zizek ve Udi Aloni’yle ortaklaşa verdikleri son konferansta Filistin
meselesi Antigone üzerinden tartışıldı. Badiou bir soruyla başladı ‘bir halkın
varolması ne demektir?’, ‘Filistin göstermiştir ki, direnmektir. Belki çok
kırılgan bir gerçeklik Filistinlilerin ki, ama Filistin halkı varolmanın anlamını
işaret ediyor, direniyor’. Antigone’la Filistin arasında bir fark var ‘Antigone
kendini kurban etmişti. Bizim Antigone’umuz, biz sonsuza kadar yaşarız’ diyerek
bitirdi. Varoluşun gerçeğinin hakikate sadakatle imkanlı olduğunu
söylediğimizde, hakikat şimdi de evrenselin biçimini aranır. Alain Badiou’de
komünist hipotez bu arayışın adıdır, bu isimle müsemma olanlar için yaşam
direnişe dönüşür. Badiou yaşamı nasıl varedebiliriz sorusuyla komünizmin 21.
Yüzyılla ilk felsefi hesaplaşmasını sürdürüyor, dinlemek ve direnmek için şimdi
St.Paul kilisesi (son konferans için bu kiliseyi kendisi istemiş), 204 numaralı
odadayız[1].
- Bugün yeni
bir Plato çevirisi niçin gerekliydi, sizin için bu nasıl bir zorunluluk halini
aldı?
İki temel
nedenim var. İlki, bugün temel felsefi sorun kanaatimce diyaletktik fikrinin
dönüştürülmesidir. Hegelci-Marxçı anlamda diyalektik, geçen yüzyıl boyunca,
devrimci siyaseti bulma teşebbüslerinin felsefei arkaplanını oluşturur. Diyalektiğin,
olumsuzlamanın, karşıtlığın.. vb. neyle alakalı olduğuna dair birçok tartışma
yapıldı. Tüm bunlar devrimin felsefi ufku bakımından çok önemlidir. Geçtiğimiz
yüzyılın devrimci teşebbüsleri felsefe alanında da yorumlanmalı, sadece siyasi
bir başarısızlık olarak değil, aynı zamanda felsefi bir şey olarak. Diyalektik
materyalizm denilen şeyin bazı formlarının başarısızlığı.. Felsefedeki işimi,
bir bakımdan diyalektik şemanın yeniden canladırılması olarak görüyorum. Şimdi,
bu çeviriyle (soyut olarak değil), diyalektiğin kökensel kavranışına, Platonik
diyalektiğe bakıyorum. Plato, Hegel’den çok uzun zaman önce, sadece diyalektik
ismini önermedi, tam da ‘diyalektik’i –dialegesthai-
önerdi. Uzun bir süredir Plato’ya olan ilgim matematik ve diyalektik ilişkisi
çerçevesindeydi. Sonunda farkettimki varolan tüm Plato çevirileri akademik
süperegoların ürünü, bir bakıma filolojinin diktatörlüğü altında felç geçirmiş
halde. Bu ilk neden. İkinci olarak, Plato için diyebiliriz ki, dediklerinin
modernize edilmesi gerekiyor. Devlet’i okuduğumuzda bilim, şiir ve siyasal forma
dair tüm çağdaş tartışmaları görebiliriz. Plato’da tüm bunlar felsefe için
harekete geçirilmiştir. Matematik, mimari, geometri, demokrasi, oligarşi gibi
siyasal formlar... Tüm bunları yeniden yazmak istedim, Plato sanki bu kitabı
bugün yazıyormuş gibi yazmak.. benle Plato arasında hayali bir birleşim..
- Plato’yu
şimdinin sınırına taşımak gibi mi?
Kesinlikle. Ve
Devlet’in metnini yaratmak, fakat
çağdaş bir metin gibi değil, her zaman Yunanca metnin yakın bir okumasından
başlarım, yani tamamen icad etmiyorum, Yunance metnin gerçek fikri var. Bunu
müteakiben bu gerçek üzerinden kimi özgürlüklere gittim, fakat bu gerçeğin bir
koşulu var ve bence bu önemli. Kesinlikle başka bir metni metnin yerine
koymuyorum. Metin burada, ve metinden gerçekten de farklı bir şey yapıyor
olabilirim, ama nihayetinde, bu fark –bence- metin tarafından gizlice
öngörülüyor. Yeni referanslar var mesela, benim Platon’um Freud’u, Marx’ı
biliyor.. ama Badiou’yü bilmiyor, Plato Badiou alıntılamıyor (gülüyor). Mesele şu ki ben böyle bir
anakronizmi sunduğum zaman bu bir bakıma metnin kendisinin yasası altında
oluyor, metni yaşayan, güncel bir yolla yorumluyorum. Metnin ufkunun
genişletilmesi, metnin olumsuzlaması ya da tamamen kayboluşu demek değil. Arada
metnin bazı kısımlarını hasıraltı ettim, çok değil, sadece metin bana bir
gerçeklik vermediği zaman. Metin çok antropolojik olduğunda, çok somut ve Yunan
toplumuna dair özelleştiğinde.. İki kısmı atladım. İlki III. Ve IV. Kitaplarda
şiirin ahlaki değerlendirilmesi sorusuna dair uzun tartışma. Benim için çok
uzundu, bir kısmını muhafaza ettim. Biliyoruz ki Platon’un zamanında Homer’in
eseri eğitim kitabıydı, herkes Homer’i bilitdi. Homer bizim için de büyük bir
şair ama eğitim sürecimizin ufku değil. Bundan dolayı benim için bu kısım
fazlasıyla uzundu, tartışmayı muhafaza ettim kısaca. İkinci olarak ta öjenistik
pratikler kısmını atladım. Özürlü çocukların öldürülmesi vb.[2]
Bunlar Platon’un zamamında problematik değildi, çocukta bir hayvandı. Bunu
modernleştirmenin hiçbir yolu yok, böyle bir pratiğin sadece faşist olduğuna
hükmedebiliriz. Bunun Platon’un zamanında faşist bir pratik olduğunu söylemenin
hiçbir anlamı yok, bu o zaman normaldi. Fakat bugün bu tamamiyle faşistliktir.
Bunun gibi çok kısıtlı kesintiler. Diyalektik düşüncenin ufkunda yeniden
canlandırmak istediğim fikir çerçevesinde Plato’nun teşebbüsünü düzenledim
-düşüncede diyalektik materyalizm istikametinde. Sadece yeni bir Platon
yorumuyla değil, yeni bir Plato metniyle de!
Soruna
gelecek olursam, neden yeni bir yorum değil de yeni bir metin.. çünkü, Plato’nun
metni çok fazla yorumlandı, tarihin en çok yorumlanmış metnidir. Fakat metin bu
yorumların altında kayboldu. Benim yorumum da kişisel, fakat ben yorumumu yeni
bir çeviriyle yapmayı tercih ettim, eski metnin bir yorumu olarak değil. Tabi
denilecek ki, bu Platon’un metni değil, Badiou’nün metni.. felan filan, derdim
değil (gülüyor). Ve pek tabi
polemikler başlayacak, doğal olarak [metinle ilgili] sorunumu
meşrulaştıracağım, açıklayacağım uzun bir giriş yazacağım. Nihayetinde genel
felsefi gerekçem diyalektik materyalizm görüşünün yenilenmesi; olumsuzlama
kavramının önemi, diyalektik ve matematik arasındaki yeni ilişki, eski siyasal
biçimlerin yeni eleştirisinin önemi, komunist hipotezin yeni formu.. Tüm bunlar
Platon’un metninin gerçeğinde var, [çevirimde bunlar] –metinde varolan- yeni
bir tasarım ve yorumla veriliyor.
- Metinden
geldiğini söylediğiniz bu yeni yorumu -ki siz metinde bu farkın kayıtlı
olduğunu söylüyorsunuz- komünist hipotezin varoluş koşullarını yeniden düşünme
teşebbüsünüzle birlikte düşünürsek, bu Platon çevirisinin, metni yeniden
yazışınızın komunist hipotezle, komunizm düşüncesiyle nasıl bir ilişkisi var?
Biliyorsun ki,
çok önemli bir husus Marksizmden ve tüm diğer çağdaş devrimci felsefeden evvel,
ilk komunistin Platon oluşudur. Bu 19. Yüzyıl yazarları için, kendi kendisini
yetiştirmiş, felsefe bilgisi olan işçiler için açık ve netti, Platon ilk
komunistti. Yeni bir şey söylemek için diyalektiğe geri dönüşümle aynı
gerekçeden, komunist hipotezin kökenine, yeni bir şey söylemek için dönüyorum.
Burada komünist hipotez ne Marx’taki gibi tarihi ne de Fourier’de ki gibi
ütopik. Platon’un önerisinin bizler için ilginç olmasının sebebi bu programın
gerçekleşmesine, derhal imkanlı olup olmamasına karar vermeksizin, toplumsal
örgütlenmye dair rasyonel bir hipotez sunmasıdır. Gerçekleşmesi imkansız bir
fikir olduğunu söylemiyor. Sokrates, Devlet’in
9. Kitabının sonunda Glaukon’la tartışırken, Glaukon bu yönetimin bir örneği
var mı diye soruyor. Platon’un cevabı çok ilginç: bir yerde var, buna benzer
şeyleri gerçekleştirme teşebbüsleri oldu, belki de bunları hiçbir zaman tam
olarak bilemeyiz, bazı yerel deneyimler ki bunlar alakaya layık olabilir, fakat
en nihayetinde bunun olmuş olması veya olacak olması önem arzetmiyor[3].
Yani, komunist hipotezi bugün imkanlı haliyle gerçekleştirmeyi düşünelim,
Marx’ta olduğu gibi tarihin bir ufku olarak değil, Marx’ta tarihsel zorunluluk
komünizmi getiriyor, ben buna komünist hipotezin ilk evresi [1792–1871]
diyorum, buna hipotezin tarihi vizyonu da denilebilir. Marx’ta ki haliyle
komunizm çok muğlak bir olgu, belki de çok inanılmaz [incroyable]! Ve hiç de Lenin ve Stalin’in muzaffer vizyonunda
olduğu gibi yeni bir devlet sürecinin siyasi ismi de değil. Ne Marksist ne de
Leninisttir Platon’un vizyonu, ve bu vizyon bizim durumuz için münasiptir. Ve
tam da bu yüzden, paradoksal bir biçimde Platon’un komünist vizyonuna dönüş
bizler için ilgi çekicidir. Bunun komünist hipotezi takdim etmenin tek yolu
olduğunu söylemiyorum.
Platon’da
aristokratik anlamda bir komünizm var, sadece toplumun bir kısmı için. Eğer
Platon’un önerisini evrensel olarak ele alır ve bugüne uygularsak, göreceğiz ki
işe yarıyor, metnin kendisinde bir problem yok. III. Kitabın başında Platon
sınıflardan bahsediyor, köleler ciddi bir problem, işçiler var. Hiyerarşiye
dair ahlaki bir vizyon sözkonusu. Tüm bunların [sınıfların] örgütlenişini
yönlendirmek için gardiyanlar var: ortaklaşa varoluş (collective existence). Bu noktadan sonra Platon için tek mesele
gardiyanlar. Kitabın geri kalanında ne köylüler var ne de işçiler. Sadece
gardiyanlar, gardiyanların eğitimi, gardiyanları komunizmi, mülkiyetin yokluğu
vb. meseleler tartışılıyor. Diyeceğim, bazı değişiklerle Devlet, komünizmin kitabı olabilir. Ve aslında diyebiliriz ki
Platon toplumun sadece komünist kısmıyla ilgileniyordu, gerisi üretici bir
makine gibi, Platon için felsefi bir önemi yok bunların. Felsefi olarak
–toplumsal olarak değil- Platon komünisttir.
- Önümüzdeki
hafta Jean-Luc Nancy İstanbul’da demokrasi üzerine bir konuşma yapacak. Komünist
hipotez hakkında Nancy yakın zamanda yayınladığı eseri Demokrasinin Hakikati’nde bir dipnotta şöyle belirtiyor:
“Bu nedenle "komünizm", Alain Badiou'nun yaptığı gibi, bir
hipotez olarak ileri sürülmekten ziyade- ve dolayısıyla kendisi klasik bir savaşımın
şeması içinde ele alınan bir siyasi eylem tarafından doğrulanacak siyasi bir
hipotez olmaktan ziyade- bir veri, bir olgu olarak; bizim ilk verimiz olarak
koyulmalıdır. En başta, ortaklık helindeyizdir. Sonra şimdi olduğumuz şey
haline geliriz: veri bir gerekliğin verisidir ve bu sonsuzdur.” (Monokl
Yayınları, 2010, s.26n9)
Bunu polemik
amaçlı paylaşmıyorum. Nancy’nin ‘komünist hipotez’ okuması hakkında ne
düşünüyorsunuz merak ediyorum. Bu noktada, siyasal eylem çerçevesinde ‘komünist
hipotez’ ne söylüyor?
Nancy’nin
komünizm görüşü.. Nancy her şeyden önce komünizmi bir tür olumlu değerlendirme
üzerinden alımlar (reconnaître).
Vakt-i zamanında Nancy’ye son komünist olduğunu söylemiştim. Nancy’nin komünizm
vizyonu ontolojik bir vizyondur, insan varlıklarının cemaatidir. Birlikte sahip
olduğumuz! Müştereklik sorusu, tüm insanlığa müşterek olanın sorusu.. bu
Marx’ın 1844 Elyazmaları’nda ki,
insanın gerçekleştirilmesi olarak komünizm vizyonuna çok yakın, Marx’ta bunu
gerçekleştirecek sınıf proleterlerdir. Dolayısıyla Marx’ta, sadece Nancy’de ki
gibi komünizm müştereken sahip olduğumuz şeyin gerçekleştirilmesi değil, aynı
zamanda, müştereken gerçekleştirilmesidir, çünkü bu gerçekleşimin düşmanları
vardır, gerçekleşim sadece işçi sınıfının varlığıyla mümkündür. Nitekim işçi
sınıfı kendisinde evrenseldir. Zannımca Nancy’nin ontolojik vizyonunda
komünizm, tür-insanın varoluşunun imkanıdır, müşterekiz fakat bunun imlemini (signification) tarihsel olarak verecek
araçlardan yoksunuz. Burada Marx’dan farklılaşıyor. Bu haliyle siyasal bir
vizyon olamaz, tamamen felsefi teşebbüsün ideolojik vizyonu, tamamen ontolojik
bir vizyon.
Ben
komünist hipotezden bahsettiğimde doğal olarak felsefi bir vizyonu söylüyorum,
fakat siyasal olabilirliğini gözönünde tutarak. Bu bir fark! Bu yüzden
hipotezin değişik aşamalarından bahsediyorum, bu aşamalar ne ontolojide ne de
felsefede, bunların doğası gerçekten de tarihi ve siyasi. Bence Nancy
komünizmin felsefi belirleniminde, tarihi veya siyasal araçlar olmaksızın,
duruyor. Ama komünist hipotez siyasal vizyon olarak tarihsel.. sadece ontolojik
değil, aynı zamanda tarihsel de. Bu sebepten dolayı benim açımdan hipotezin
değişik biçimlerini tartışmak çok önemli. Evre sorusu, felsefi belirlenimin,
siyasal belirlenime çok yakın olduğu, siyasalı kateden bir nokta.
- Türkiye’de
çoğu kişi sizi Etik: Kötülük Kavrayışı
Üzerine Bir Deneme adlı kitabınızla tanıyor. Bu kitabı okuyanlar için, Cep Panteon’unun[4]
girişinde, Rousseau’nun insanın özsel olarak iyi olduğu argümanını tasdik
edişiniz ufak bir şok yaratıyor. Zannetmiyorum ki iki tane Badiou olsun, fakat
gene de bu ikiliği çözemedim. Siz bu ikisini nasıl bir araya getiriyorsunuz?
İnsanın bir
bakıma iyi olduğunu tasdik etmeliyiz derken burada, kapitalizmin –insanlığın
gerici (reactionary) vizyonu için
temel oluşturan- insanı ahlaken kötü tanımlayışına karşı bir polemik
yürütüyorum. Rousseau gibi, ve bu arada aynı sebepten, diyorum ki insan hayvanı
iyidir; hakim [kapitalist] görüşe itiraz için söylüyorum. Herkes için
bireyliğini aşıp, özne olabilmenin imkanlı olduğunu tasdik etmeliyiz. Siyasal
süreçler, estetik tecrübeler, tüm bunlar imkanlı. Dolayısıyla insan iyi
dediğimde bunu, özne olmaya dair evrensel bir imkan var olarak yorumlamalısın.
Öznel olarak, gerçek hakikat sürecine müdahil olunulabilir. Bu tam da insan
hayvanının, insan hayvanından fazlası olabileceğini söylemektir. Doğal olarak
bunun gerçekleşmesi koşullara, olaylara vb. bakar. Dolayısıyla bir zorunluluk
değildir, gerçekleşimi ontolojik bir etki değildir. Siyasal alanda bir
olabilirliktir. Açıktır ki, insanın iyi olduğunu söylemek özgürleşme siyasetine
angaje olmayı tasdiktir. Özgürleşme mümkündür. Bunu reddedersek, sonuç olarak
çıkar ve kar yasasının en iyisi olduğunu, bunun tek gerçekçi siyaset olduğunu
söyleriz, bugün hakim görüş budur.
- Biraz da
güncel meselelere eğilelim istiyorum. Fransız hükümetinin burka yasağını
eleştiren çok sert bir makale yazdınız. Bu yazı mütedeyyin medyada geniş yer
buldu. Yasak yasası da geçtiğimiz günlerde Fransız meclisinden geçti. Burka
giyen kadın 150, erkek ise 3000 avro civarı ceza alıyor, burada devletin
önkabülü bu kadınların zorla burka giydiği. Ve aslında faillikleri hesaba dahi
katılmıyor. Bu noktada Fransız sağı da solu da mutabık. Bu son gelişmeleri
nasıl yorumluyorusunuz?
Öncelikle tüm
bunların genel bağlamına çok dikkat etmeliyiz, yasa tartışmasını kadınlarla ya
da erkeklerle kısıtlayamayız. Görmemiz gerekir ki, benim ülkemde, Fransa’da
Müslümanlara karşı bu hareketler, uzun bir süre anti-popüler hareketlerdi. İşçi
sınıfının büyük kısmı Afrika kökenliydi, bugün de böyle. Uzun bir zaman bu
hareket aşırı sağla sınırlıydı, Le Pen için sorun oluşturuyordu. Bir değişim
oldu, Müslümanların, Arap azınlıkların bazı yaşam biçimlerine saldırılar oldu,
‘medeniyetimiz için kabul edilemez’ denildi. Bir medeniyetler savaşı olduğu
fikrine katılmıyorum. Tüm olan biten burjuvanın ve küçük burjuvanın bir
kısmının günün popüler belirlenimiyle olan klasik mücadelesidir.
Bu
nüfusu ilgilendiren yeni bir yasa yapmak -sadece burka için bir yasa nüfusun
bir kısmının damgalanmasıdır. Bir iki nesil içinde zihniyetler değişiyor, bu
nüfus kendi yolunu buluyor. Bu sebepten dolayı yasaya mutlak surette karşıyım,
burka taraftarı değilim. Yasa ‘erkek baskısı’nı değiştirecek, bu sorunu çözecek
değil. Kadınlarla alakası yok. Bu yasa otorite hakkında, beyazların gerici
bölümünü ilgilendiriyor. Ve bu noktada sağın ve solun çok tehlikeli
birlikteliğini görüyoruz. Bence tamamen gerici bir yasa, ve ısrar ediyorum ki
bağlama bakılmalı. Kesinlikle metafizik bir mesele değil, saçmasapan argümanlar
var: demokraside –bir demokraside olduğumuzu var sayıyorum- yüzü ifşa etmek
zorunluluktur, yüzünü ötekine göstermek mecburiyettir. Bu cumhuriyetçi Levinascçılık!
(gülüyor) Levinas tamamen saçma (ridicule). Yüzümü polise ifşa etmekten
hiçbir kişisel haz almıyorum. Ve ayrıca iddia edilebilir ki, demokraside
gizlilik, muğlaklık hakkımız var. Tüm bu saçmalıklar tamamen retorik. Herkes,
siyasetçiler, hepsi korkuyor, 19. Yüzyıl’da denildiği olduğu gibi ‘tehlikeli’
fakirlerden, işçi sınıfından korkuyorlar. Banliyöler üzerine olan yazıları
okursan hiçbir şeyin değişmediğini görürsün, hep aynı hikaye: uyuşturucu,
şiddet, kadınların baskı altına alınması vb. Çok ciddi bir süreklilik var bu
noktada. Burada geleneksel olana, burjuvaziye bakmalı. Yasa bu fraksiyonun
siyasi tepkisi.
- Sizce bu
durum laikliğe dair içsel bir gerilimi açık etmiyor mu? Özel ve kamusal
ayrımını yapıp, dini özelle kısıtladığınızda, bu iki alanın hiçbir zaman tam
olarak birbirinden farklılaştırılamayışı sınır belirsizliklerine yol açıyor.
Tüm bu belirsizlikleri modern devlet müdahale etmek için, hakim sınıfın gücünü
kurmak ve yeniden üretmek için araçsallaştırıyor. Bugün kamusal ve özel ayrımı
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Somut bir
durum söz konusu, varoluşun tüm alanlarında giderek artan bir özelleştirilmeye
gidiliyor. Biçimsel olarak özel kamusal ayrımını yapmanın yolları var, parasını
verirsen eğitim özel, devlette okursan kamusal vb. Bugün gerçek şu ki,
ortaklaşa varoluşun her alanında özelleşmenin norm olduğu bir bağlamdayız.
Fransa’da son 20 yılda devasa özelleştirme projeleri gerçekleşti, sosyalist
hükümetler dahi bunda yer aldı. Jospin hükümeti mesela, Air France’ın özelleştirilmesi. Bence bugün mesele bu özelleştirme
hareketinin –ordu, polis, hapishaneler dahi özelleşiyor- kapitalizmin
kendisinin dışında (hors du capitalisme)
yeni bir mekanın yaratılmasıdır.
Kapitalizm
için pazarın genişletilmesi her zaman için temel bir sorun olmuştur, bir dönem
için bu emperyalizmle gerçekleşti. Yeni mekan basitçe diğer ülkelerdi. Buna
benzer emperyal faaliyetler bugün çok zor, çünkü bugün Asya’da da, Afrika’da da
kapitalizm var. Dolayısıyla, bugün kapitalizm ülkelerin kendi içinde
genişliyor. Uzun zamandır ortaklaşa sahip olunan şeyler özelleşiyor. Tüm
bunları belirtiyorum çünkü, günümüzde özel ile özel olmayanı ayırmanın
zorlaşması, herşeyin özelleştirilmesinden kaynaklanıyor. Her şey özel. Ama her
şey özel olduğunda hiçbir şey özel değildir. Çünkü özelleştirme, ortaklaşa
varoluşla diyalektik üzredir.
Bu
nedenle bence, bulunduğumuz noktada kamusal - özel diyalektiği, özelin farklı formları
arasındaki diyalektikle yer değiştiriyor. Devletin koruması altındaki özel ve
korunmasız özel, çıplak özel. Büyük şehirler ve banliyöler gibi.. burada ‘özel’
sağkalım demektir. Bu bence devletin düşüşü değil, tam tersine devletin
özelleştirilmesi, devletle hakim oligarşinin çıkarlarının tümden birleşmesi söz
konusu.
İfşa
olmak zorunluluğu, kamuda özeli ifşa etme zorunluluğu da –facebook ve
internette bunu görebiliyoruz- bu gelişmelerin bir parçası. Sonunda kamusalla
özel arasında hiçbir ayrım kalmıyor, fakat herşey özel olduğunda, herşey
kamusal da oluyor. Çünkü özelleşmenin farklı biçimleri var ve korumayı satın
almak zorundasınız, bu noktada fukara mutlak surette iktidardan yoksundur ve
özel yaşamı kurgudam ibarettir.
- Komünist
hipotez ve siyasi eylemlilik noktasındaki vurgunuza geri dönecek olursak,
özelleştirmeyle birlikte, Avrupa’nın her yerinde aşırı sağın yükselişini
görüyoruz. Kısaca sorayım, ne yapılmalı?
Tüm gelişmekte
olan ülkelerde, siyasal alanda bir şey yapabilecek dört grup var. Yapabilir
diyorum, buna şu anda muktedir olduklarını söylemiyorum. İlki eğitimli gençlik:
öğrenciler, Fransa’da çok aktif olan liseliler. Bu ortaklaşa eylemliliğe dair
somut belirtiler gösteren, ve aynı zamanda komünist hipotez gibi bir şeyi,
dünyayı dönüştürme iradesini tasdik eden ilk grup. İkinci grup, popüler
gençlik. Bu birincisinden tamamen farklı. Genellikle bir önceki neslin
işçilerinin çocukları –siyahlar, araplar vb. Büyük isyanlar başlatabilirler.
Genel olarak, gerçek anlamda siyasal değiller, fakat 95’deki büyük isyanı da bu
grup yaptı. Polisle, devletle sürekli zıtlaşıyorlar. Dağınık bir isyan durumu
var, öznel bakımdan muğlak ve fakat şiddetli. Üçüncü grup işçi sınıfıdır.
Dördüncü grup ise sıradan insanlar. Ne siyah ne de Arap, ne genç ne de öğrenci,
çalışanlar, toplumun büyük kesimi, bunlar da bir şeyler yapabilirler, ama çok
sık harekete geçmiyorlar. Bugünlerde Fransa’da milyonlar sokakta![5]
Bu
grup en son 1995 sonunda hareketlenmişti. Hiçbir şeyin imkanı yok demek yanlış.
1995’te Jupé hükümetinin yenilgisi [maaş kesintisi protestoları] örneğin, ya da
2006’da Villepin’in yenilgisi [yeni iş yasasına karşı proestolar]. Bunları çok
iyi biliyorum, çünkü bu alanlarda çok aktifim. Mesela kağıtsızların (sans-papiers) çok enteresan
örgütlenmeleri mevcut. Diyeceğim, bu dört grup birlikte bir şey yapabilir. Burada
temel mesele bölünmüşlükleridir. Soruna net bir cevap vereceğim.
Bu
grupların ikisi, üçü, dördü arasında ilişkiler yaratılırsa, gerçek siyasal
hareketlilik sağlanabilir. Mesele ideoloji meselesidir, örgütlenme, taktik ve
strateji sorusudur. Şu anda bu gruplardan ikisinin ya da üçünün birlikte
harekete geçtiği emsallerimiz yok. Mesela, popüler ve eğitimli gençlerin
ittifakıyla gerçekten güçlü bir hareket olabilir, şimdilik böyle bir birlik
yok. Hatta bazen karşı-hareketlenme dahi söz konusu. Mesela Villepin yasasına
karşı eğitimli gençlik çok ciddi örgütlenirken, popüler gençlik bu harekette
yoktu, kimi zaman iki grup arasında somut karşıtlıklar da doğdu. Bugün siyasal
durum taktik bakımdan basit. Bu dört grubun varlığı sorunumuzu çözmüyor. Bence
birlik, öncelikle bir tür müşterek ideolojiyi gerektiriyor. Burada mesele
ideolojik, bu yüzden komünist hipotezden bahsediyorum. Farklı gruplara, açık
çıkarlarıyla çatışmayan, yeteri kadar genel bir şey arıyorum. Ortaklaşa örgütlenmeden,
bu çıkarları hesaba katmadan konuşabilirsiniz. Fakat bu o kadar basit değil,
banliyö gençliğiyle okuyan gençliğin çıkarları farklı. Ortada öznel bir
birlik yok. Öznel birlik, ideolojik öznel birlikten başlamalı. Buna inanıyorum.
Zor bir iş, ama bir imkan var. Bu
grupların temsilcileriyle konuşmalı ve tartışmalıyız. Uzun bir yol, ama
imkansız değil.
- Eğitimle alakalı olarak, Bologna protokolüyle
Avrupa’nın her yerinde üniversiteler zayıflatılıyor, harç zamları, sosyal
bilimlerin açlığa terkedilmesi, bölümlerin kapatılması vs. Mevcut durumun
aciliyetine nasıl karşılık verilebilir?
Bence tüm bu
olanlar genel durumla uyum içinde. Özelleştirme programını tamamen
gerçekleştirilmesi.. bu noktada insan bilimleri, felsefe olan bitene ‘düşman’dır,
bu açıktır. Üniversite sadece gelişime, özelleştirmeye hizmet etmeli.
Üniversitenin işlevsel bir tanımlanması söz konusu, özel çıkarlarla
üniversitelerin faaliyetleri tamamen örtüştürülmek isteniyor. Üniversite’nin
eski formunu, insan bilimlerini yıkma teşebbüsü var.. ve mesele öğrenciler cephesinde
buna karşı yeterli tepkinin verilmeyişidir, çünkü öğrenciler geleceklerine dair
endişelerin tahakkümü altındalar. Gerçekten şaşırtıcıdır ki, bugün Sarkozy
karşıtı hareketlerde başı liseliler çekiyor, üniversiteliler değil.
- Son olarak
komünist hipotez ne tür bir evrensellik sunuyor? Komünizmi düşündüğümüzde, ne
tür bir evrensellikten bahsediyoruz?
Bence bugün
belki de ilk defa, enternasyonalizmin somut formunda evrensellik sorusu
kesinkes bir zorunluluk arzediyor. Bu bakımdan bugün tam da Marx’ın istikametindeyiz.
Hatırlarsın ki Manifesto’da Marx,
komünistlerle işçiler arasındaki farkın enternasyonelizm olduğunu söyler.
İşçilerin belirli bir ülkesinin olmaması benim için çok önemli. Tüm bunlar
ikinci evrede [1917 – 1976, Mao’nun ölümü] sosyalizmin bir ülkede kurulması
–ulus-devlet formunda kuruluyor!- fikriyle unutuldu. Sonuç olarak ulus-devlet
formu komünist hareketler tarafından kabul edildi. Bu Marx açısından mutlak
surette akıl almaz bir husus. ‘Bir ülkede sosyalizmin kuruluşu’ Stalinist bir
olgudur. Stalin’in gücünü gösteriyor (gülüyor).
Bence
bugün mutlaka ve mutlaka komünizmin asli ilhamına, yani uluslarası siyasi gücün
kuruluşunun, uluslararası ölçekte olması gerektiği fikrine dönülmeli. Ulus seviyesinde
komünist hipotezden hiçbir canlılık umamayız, bu imkansız. Soruna cevabım
şudur: bugün evrenselliğin somut biçimi, gerçekten de tek bir dünyanın
varlığını, bu dünyanın varolan biricik dünya olduğunu, bu dünyanın
belirlenimlerimizin, eylemliliğimizin mekanı olduğunu, ve bu dünyayı komünizm
fikri altında gerçekleştirmenin dolayımsız bir zorunluluk olduğunu doğrulamaktır.
Bu uzun bir yol, ulus formu bizden daha küresel. Kapitalizm, bizden çok daha
küresel (gülüyor). Kapitalizmin
mektebindeyiz.
[1] Metnin
yayınlanması noktasındaki desteği için Meltem Ahıska’ya, metnin çeviriyazımını
benimle paylaşan omuzdaşlarım Pınar Üstel ve Samet Yalçın’a, çeşitli safhalarda
bu mülakatı imkanlı kılan Mustafa Emin Büyükcoşkun ile Juraj Anzulovic’e
teşekkür ederim. Badiou’nün arkadaşı ve çevirmeni Susan Spitzer’e hem mülakat
anında hem de çeviri esnasındaki yardımları için minnettarım.
[2] Badiou Devlet 460c’de ki tartışmaya
atıfta bulunuyor. Plato burada aşağı dereceden gardiyanların çocuklarının ve
özürlü çocukların ‘imha’sından bahsediyor (ayrıca bkz. 410a).
[3] Devlet’in IX. Kitabı, 597b vd.
[4] Petit panthéon portatif (La Fabrique
éditions, 2008) Badiou’nün, Fransız felsefesinin tanınmış simalarının vefatları
ardından yazdığı yazıların derlendiği, otobiyografik bir eser.
[5] Mülakatı
yaptığımız esnada Paris sokakları, emeklilik yaşının yukarı çekilmesini
ilgilendiren yasaya karşı protestolarla sallanıyordu.
No comments:
Post a Comment