Jacob Taubes Almanya'da fazlasıyla biliniyor, savaş sonrası dönemin en mühim düşünürlerinden, Schmitt'in zoraki arkadaşı bir Yahudi. Schmitt'le mektuplaşmaları da yakın zamanda yayınlandı. Assman'ların hocası olarak din çalışmalarında devasa işler yaptı.
batı'da eskatoloji üzerine yazdığı doktora tezi Hristiyanlık öncesinden Marx'a filolojinin sınırlarını zorlayan bir iş. Aziz Pavlus üzerine yazdığı kitap Agamben'den Badiou'ya ''evrensellik'' tartışmasını başlattı. Makaleleri ise Kült'den Kültür'e'de toplandı.
Burada sunduğum makaleyi geçen sene bu derlemeden tercüme ettim, aslı ingilizce. hristiyanlık sonrasında 'din'i yeniden düşünmek ve psikanalize içkin sınırlılıkları ele almak için temel bir metin. sene 1957. o sene Popper The Poverty of Historicism'i, Barthes Mythologies'i yayınladı. Celan'ın Eşikten Eşiğe'si var. Bloch'un Umut İlkesi ilk cildiyle çıkalı 3 sene olmuş. Heidegger'in Teknoloji makalesi çıkmış. Cesaire'ın Memmi'nin Fanon'un kitapları ''avrupa''yı sallıyor.
tercümeye eleştirileriniz olursa çekinmeyin, bir yerlerde yayınlarız bir vakit.
tercümeye eleştirileriniz olursa çekinmeyin, bir yerlerde yayınlarız bir vakit.
Din ve
Psikanalizin Geleceği[1]
Jacob Taubes
Freud defaatle psikanalizin felsefe
değil bir tedavi yöntemi olduğunu üstelemiştir. Gelgelelim sanatlar, insan
bilimleri, felsefe ve din bir kısım histeri vakasının incelenmesiyle gelişen bu
usülün yörüngesine girdi. Çünkü bir tedavi yöntemi olarak psikanaliz insanın
anlaşılması noktasında geniş kapsamlı istidlallere kapı aralıyor.
Psikanaliz gibi devrimci bir
doktrinin umumileşmesi, mevcut ideoloji ve müesses kurumların güçlü direnişi
karşılaşacaktır. Tarihçi psikanalitik yönteme gösterilen direnişe şaşırmaz.
Bizi hayrete düşürmesi gereken husus bu analitik yöntemin son zamanlarda
kazandığı hızlı başarıdır. Psikanalize gösterilen direnişler tedavi yönteminin
başarısıyla mı başarısız oldu, yoksa analizin kuramı ve pratiği mi dönüştü?
Psikanaliz, kuramlarını müesses ideolojilerle bağdaştırdı mı? Psikanalitik
kuramın Freud sonrası gelişimi psikanalizin toplum yaşamına dair sunduğu
eleştirel çıkarımları belirsizleştirdi mi? Bugün psikanaliz mevcut kurumları
güçlendirmeye mi hizmet ediyor?
Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde
psikanalitik kurama karşı direnişin kalesi dindi. Dinin bu karşı çıkışı
tesadüfi değildir. Freud psikanalitik kuramı ateizmin varsayımlarına nasp etti.
19.Yy.’ın cari ateist görüşlerinin genel bir tasdikinin ötesinde, Freud ve
takipçileri dini, kişisel nevrozla benzer bir şekilde ele aldı. Din
insanoğlunun ilkel nevrozunun en üstün misali oldu.
Freud Nietszche’nin beklediği ‘özgür
ruhlar’ın –Batı’da teizmin çözülüşüyle beraber ahlakımızın temellerinin
çöktüğünün farkına varabilecek kadar duyarlıların- öncülerindendir. Nietszche
gibi mevzubahis olayın büyüklüğünden işkence görmekten ziyade Freud dinin
sonunu varsayıp, dinin terkedilişinin yanında merhametsizce büyümenin
kaçınılmazlığıyla beraber gerçekleşmesi gerektiği kehanetinde bulunmaya cesaret
etti. Ona göre bizler tam da bu gelişim sürecinin orta yerindeyiz. Freud’un
ölümünden yirmi yıl sonra bugün dinin ve psikanalizin dostluk işaretleri
göstermesini şüpheyle karşılamalayız.
Bu geçişin açıklanışında birçok
nedenin içiçe geçtiğini göreceğiz. Şüphesiz bunlardan biri Batı’da sosyalist
mesihiçiliğin meydan okuması ve çöküşüdür. Seküler binyılcılığın meydan
okumasıyla karşılaşan teolog ve papazlar psikanalizde, Marksist binyılcılığın
iddialarının altını oyacak seküler bir
asli günah doktrini buldular.
Batılı entelejinsiyanın toplumsal
yapının dönüşümü doğrultusunda beslediği umutlar sükut-u hayale uğrayınca,
Freud’un anti-eskatolojik insan ve tarih görüşü, insanın dönüşümünü toplumsal
yapının dönüşümünden uman tüm binyılcı umut ‘yanılsamaları’na karşı bir argüman
olarak kullanıldı. Yeni toplumda dahi insan itki ve güdülerine tabi,
şehvetlerinin yol açtığı günahlarından arınmamış eski Adem’dir, ve bu sebeple
siyasi düzeni sarmalayan muhafazakar çitler kaldırıldığında barbarlık hatasına
düşmeye eğilimlidir. Binyılcılığın seküler versiyonu Marksizm, tarihi insanın
gelecekte varacağı ‘özgürlüğün saltanatı’na giden geçici bir aşama olarak
yorumlarken, Freud insanın geçmişinin gölgesinin üzerinden zıplayamayacağında
ısrarcı oldu. Nasıl çocukluğumuzun erken yılları yetişkin yaşamımız üzerinde
kalıcı etkiler bırakıyor ve sonraki yaşananlar bu etkilere beyhude yere karşı
koyuyorsa, kitlesel tarihimizin geçmişi de tarihin ilerleyişini bir komediye
çeviriyor. İnsan sanki bir çemberde gidiyormuşçasına tarihte ilerler, ‘aynı
eski hikaye’nin birçok çeşidini yeniden üretir.
Psikanalizdeki bu muhafazakar unsur
açıklık kazanınca, toplumumuzun psikanalitik kuram ve pratiğe karşı gösterdiği
buzdan direniş eriyiverdi ve Freud’un insanın tutum ve saiklerine dair
keşifleri süratle ilahi olanın en yeni heceleri oluverdi. Din ve psikanaliz
eşit olarak geçmişin otoritesini vurguladı, ve her ikisi de bireysel ve de
toplumsal kademede geçmişin insan tutumuna kılavuzluk etmesi için saf
tutabilir.
I
Din Latince bir kavramdır, aslen
Roma şehrinin şehir kültünü adlandırır. Kutsal kitaplar bu kavramdan
bihaberdir. Gene de Eski ve Yeni Ahit’te tecrübelerini bulabileceğimiz
cemaatler ‘dinler’ olarak sınıflandırılmıştır. Bu sadece dilbilimci ya da
tefsirci ilgilendiren ufak bir filolojik detay değildir. Hristiyanlığın kaderi
kısa ve öz olarak bu dil kaymasında saklıdır. Bir zamanlar kurtuluş yolu, insan
için yeniden diriliş umudu olan Hristiyanlık, artık dünya diyarında müesses bir
din olmuştur. Religio kavramıyla Roma
yeniden diriliş umuduna karşı muzaffer oldu. Tarihin bu noktasında iki karşıt
unsuru ihtiva eden din kavramının muğlaklığına bir son vermek imkansız: şehir
kültü olarak din, ve insanı dünya iktidar ve beyliklerinin otoritelerinden
kurtaran, kurtuluş olarak din.
Latince salvus veya salus
sıfatının da belirttiği üzere kurtuluş yolu, insanı, hayatını bozup altüst eden
iktidarlardan kurtarmak peşindedir. İnsanın yaşamı, içindeki ve dışındaki
güçler tarafından tehdit altındadır. Kurtuluş mesajı insan varoluşundaki bozulmayı
iyileştirmek, insanı altında parçalandığı günahın yükünden kurtarmak
iddiasındadır. Kurtuluş yolu olarak din ile tedavi olarak psikanliz arasındaki
çatışma, bir kurtuluş yolu olarak, insanı günahından arındırma yolu olarak
kurtuluş kavramında yoğunlaşır. Psikanaliz ve şehir kültü olarak din geçmişin
otoritesini vurgulamakta hemen saf tutabiliyorsa da, kurtuluş yolu olarak din
ile insanı günahın yükünden kurtaran tedavi olarak psikanaliz arasında daha
karmaşık bir ilişki söz konusudur.
Bir
Yanılsamanın Geleceği’nde Freud Aydınlanma döneminde dinle savaşmak için
geliştirilen ilerleme ideolojisini kullanıyorsa da, kuramsal yazıları günahın
soybiliminde dinin yadsınamaz rolüne dair bir kavrayışı ortaya koyar. Günahın
soybilimi insan toplumunun kökeninin hikayesini de sunduğundan, Freud, kendi
ideolojisine karşı gelerek, dinin toplumun köken ve tarihindeki kilit rolünü
tasvir etmiştir. Toplumun mabedi, asli günah ve kefareti sembolize eden
mütemadi ayinlerle gelenekler üzerine kuruludur. “Totem bir taraftan cismani
atadır, klanın ruhunu korur, saygı duyulması ve korunması gerekir. Öte yandan,
ilkel babanın karşılaştığı kaderin aynısına yazgılandığı gün bir festival
düzenlenir. Babayı tüm erkek kardeşler hep beraber öldürmüştür (William
Robertson Smith’e göre totem ziyafeti).”[2] Bu büyük gün aslında
babalarına karşı birleşmiş oğulların zaferlerini kutladıkları ziyafet günüdür.
İlkel babanın asli kaderi muhakkak
yüzyıllar için de unutulmuşsa da, Freud’a göre asli eylem insanlığın
bilinçaltında örtülü ve bastırılmış biçimlerde yaşamını sürdürmektedir. Bu asli
eylem gerçekleşeli beri suçluluk duygusu insanı kovalamaktadır, “kişinin
babasını öldürmesi ya da bu edimden sakınması mühim değildir: her iki durumda
da kişi suçlu hissetmelidir.”[3]
İnsanoğlu’nun tarihi insanın ‘asli günah’ının hikayesine dönüşmüştür. Toplum
daimi olarak artan bir suçluluk duygusunu teşvik etmelidir. “Babayla ilişkili olarak başlayan şey
toplumla ilişkili olarak son bulur. Eğer medeniyet kaçınılmaz olarak aile
gurbundan bir bütün olarak insanlık grubuna gelişimin sahasıysa, suçluluk
duygusu … muhtemelen bireylerin artık taşıyamayacağı bir şiddete erişene kadar,
içinden çıkılmaz bir halde yoğunlaşmaya mahkumdur.”[4]
II
Pavlus ve Augustine’den beri hiçbir
teolog Freud’dan daha radikal bir asli günah doktrini geliştiremedi. Pavlus’tan
beri hiç kimse Freud’un yaptığı gibi asli günah eyleminin kefaretini acilen
ödemek ihtiyacını algılayıp güçlü bir şekilde vurgulamadı.
Freud’un eserini, kuramını ve
tedavisini, Pavlus’un kafir milletlere çektiği vaazlara benzer bir şekilde
tasavvur ettiği sadece bir spekülasyon değildir. “Tarsus’tan Romalı bir Yahudi,
Pavlus bu suçluluk duygusunu kavradı ve bunun izini asli kaynağına kadar doğru
bir şekilde sürdü. Buna asli günah dedi, yalnızca ölümle kefareti ödenebilecek
Tanrı’ya karşı işlenmiş bir günah. Ölüm dünyaya asli günahla birlikte gelmişti.
Gerçekte müstahakı ölüm olan bu suç, sonradan tanrılaştırılacak babanın
öldürülmesidir. Fakat öldürücü edimin kendisi hatırlanmaz, onun yerinde kefaret
fantazisi vardır ve bu sebeple bu fantazi evangelium
olarak, kurtuluşun Müjdesi biçiminde memnuniyetle karşılanır.”[5]
Freud Pavlus’un teolojisinin merkezi
motifi, suçluluk ve kefaret diyalektiğine derinlemesine nüfuz eder. Pavlus’a
“dine dair, kelimenin gerçek anlamında bir ihsan” bahşeder, “Geçmişin karanlık
izleri onun ruhundadır.”[6]
Musevilik büyük babanın tanınmasından öteye geçememişken, Pavlus Museviliği
geliştirirek yokedicisi olmuştur. Musevilik bir baba-diniydi, Pavlus ise bir
oğul-dininin kurucusu oldu. Pavlus’un başarısı “suçluluk duygusunun hayaletini,
kurtuluş fikriyle huzura kavuşturmasında yatar.”[7]
Ne zaman Pavlus’un mesajını
tartışacak olsa Freud’un havarinin tarafını tutup, kurtuluş mesajnı
‘meşrulaştırması’ tesadüfi olamaz. Musa’nın dininde (Freud için otorite olarak
dinin paradigmatik örneğidir) öldürücü baba-nefretinin doğrudan bir ifadesi
bulunmaz. Dolayısıyla Musa’nın ve peygamberlerin dini sadece ve sadece cemaatin
suçluluk duygusunu arttırmıştır. “Yasa ve Peygamberler” insana suçluluk duygusu
yükledi. Bu anlamda bir Yahudi’nin insanın suçluluk yükünü azaltması Freud’a
mühim görünmüştür. “Fikrin kaynakları çeşitli muhitlerin sunduğu fikir verici
ipuçlarından beslenmişse de, bir Yahudi’nin zihninde, Tarsus’lu Saul, Roma
vatandaşı Pavlus’la yeni bir görüş doğdu ‘Babamız Tanrımızı öldürdüğümüz için
bu kadar mutsuzuz’.” Şüphesiz Pavlus bu ‘tarihsel hakikat’i evvela sevinçli
haberlerin aldatıcı kılıfında formüle etmiştir. Pavlus’un kurtuluş mesajında
“Tanrı’nın katlinden şüphesiz bahsedilmez ama ancak ve ancak katl olabilecek
kurbansal bir ölümle bu suçun kefareti ödenebilir.” Asli günah ve Tanrı’nın oğlunun kurbansal ölümüyle
suçluluk yükünden kurtuluş Pavlus’un kurduğu yeni dinin temeli oldu. “Bu yeni
inancın gücü tarihsel hakikatteki kaynağındandır, bu kaynak onun tüm engelleri
aşmasını sağlamıştır.”[8]
Freud’u Pavlus’un mesajında
büyüleyen şey iyi haberlerde bulunan günahın zımni itirafıdır. İyi haber [evangel] aynı zamanda bir kötü haberdir
[dysangel]: insanın asli günahının
kötü haberleri. Haberlerin aldatıcı biçimi ‘iyi’ haberlerde bu günahın
kefaretinin Dirilticinin kurbansal ölümüyle ödendiğini öğreniriz. Bu haliyle
günahın itirafı hala örtülüdür. Freud kendisini büyüyü ilk bozan olarak görür,
insana musallat olmuş gizli suçluluğu tarif etmeye ilk o cesaret etmiştir.
Pavlus’un ‘iyi haberler’ vehmi altında yalnızca tasdik edebildiğini Freud
yanılsamalara gark olmadan telaffuz etmiştir. Günahın kefareti Tanrının oğlunun
kurbansal ölümüyle ödenemez, bu yolla ancak günahı tasdik edebiliriz. Günahın bilinçli
tasdikiyle insan kendisini kör esaretten özgürleştirir. Freud ciddi anlarında
“kuramlarının –kasvetlisinden- mitoloji türünden olduğunu” kendisinden
saklamamıştır. Bu bağlamda Freud’un Bir
Yanılsamanın Geleceği risalesi beklenmedik bir anlam kazanır. Görünürdeki
bu ‘ilerlemeci’ hümanist risale insanın trajik ve eskatolojik yorumlarını
yarıştırır. Trajik bilinç yalnızca insanın asli günahının farkına varmasını
düşünebiliyorken, eskatolojik bilinç insanın bu suçluluğun üstesinde gelme
umutlarını ifade eder. Trajik bilinçte insan hiçbir zaman bu günahın yükünden
kurtulamayıp, bu yükü kahramansal bir jestle taşırken, eskatolojik bilinçte
insan umutlarını gelecek bir barışa ve kefarete bağlar. Trajik insan için
gelecek umudu bir vehimdir. Gelecek yanlızca geçmişi tekrar edebilir,
muhtemelen daha bilinçli bir seviyede, fakat insan hiçbir zaman tarihin
döngüsünü kıramaz.
Freud’un çağırdığı mitik numina’ların Yunan adlarıyla
isimlendirilmiş olması tesadüfi değildir: Eros ve Thanatos, Logos ve Ananke[9].
Zorunluluğun güçlerinden, ölümün pençelerinden kurtuluş ümidi yok. Tarih inşa ve yıkımın ebedi çevrimine
takılmış. İnsanın bu çemberi kıracağını umması bir vehim.
III
Freud’un psikanalitik kuramının ve
tedavisinin ateistik varsayımı basit bir şekilde 19.yy’un eğitimli sınıflarında
yaşayan iyimser burjuva hümanizminin kalıntısı değildir, bu varsayım
Nietzsche’den beri trajik hümanizmin tarihine aittir. Nietzsche’nin peygamberi
Zerdüşt ağzıyla duyurduğu Hristiyan Tanrı’nın ölümü yeni mitolojilerin
yükselişini başlatır. Nietzsche meselenin ‘en büyük vurgu’yu nereye yapmalı
sorusu etrafında döndüğünün fazlasıyla farkındaydı: bengi dönüş mü, eskatolojik
tarih mi? Dionizyak-trajik ufukta “varoluşun ebedi kum saati tekrar ve tekrar
döndürülür ve onunla beraber sende dönersin, tozun toz parçası.” Eskatolojik
ufukta tarih dönüp durmaz, bir sona varır.
Eskatolojik ve trajik görüş
arasındaki nihai farkı en iyi, kendisini ‘Deccal’ ve ‘Dionisosun son şakirdi’
olarak gösteren Nietzsche kavramıştır. Hem Mesih hem de Dionisos acı çeken
Tanrılar olarak tasvir edilir. Onları ayıran acılarına verilen anlamdır:
eskatolojik veya trajik. “Mesihin acısı kutsal bir varoluş kipine yolu teşkil eder,
Dionisos’un acısı inanılmaz derecedeki bir acıyı meşrulaştırmak için yeterli
derecede kutsaldır.”[10]
Freud’un psikanalitik yöntemi trajik
Dionizyak hümanizmin ufkunda gelişir. Eğer ilerleme varsa, bu ancak insanın,
gerçekliğin trajik yapısına gözlerini açmasına yol açar. Dolayısıyla kurtuluş
olarak dinle, tedavi yöntemi olarak psikanaliz arasındaki fark barış umudunda
yatar. İnsan yaşamı ‘umutsuzca’ inşa ve yıkım sürecinde mi yitirilmiştir, yoksa
tüm yıkımın üstesinden gelme umudunu besleyebilir mi? Üniversite öğrencisiyken
genç Nietzsche meseleyi ‘Kader ve Tarih’ adlı makalesinde özetledi. Freud’un
kuramsal yazıları ve pratik tedavisi kaderi nihai kategori olarak varsayar.
Evrimci tarihin izlekleri (gerçekten de 19. Yy. Antropoloji ve sosyolojisinin
artıkları) dahi ebedi tekrarın her daim kaim çevriminin içine alınmıştır.
Nietzsche gibi Freud’da Hristiyanlık dininin sonunun iki bin yıllık yanlışlık
ve yanılsamanın sonunu getireceğine kaniydi. Din bir yanılsamaydı, çünkü barış
umudu ve suçluluğun kefareti nihai olarak bir yanılsama arzeder. Suçluluğun
üstesinden gelinemez, yalnızca tasdik edilebilir.
Tabii ki dinin psikanalitik
eleştirisi eskatolojik umuttaki tüm büyüsel unsurları açığa çıkartmak için bir
ölçü olarak kullanılabilir. Din barış arayan insanın manen yeniden doğmadığı ve
dönüşmediği büyülü bir kefaret işlemi gibi edimlediği sürece, Freud’un en
keskin yargısınca, akamate uğrar. Eskatolojik dindeki papaz-büyüsüyle,
peygamberi-bireysel unsur arasındaki mücadelede psikanaliz, manen yeniden
doğurucu ve devrimci edimin yerini alan gerici büyüsel manipülasyon biçiminin
foyasını çıkartmakta yardımcı olabilir. Peki eskatolojik umudun kendisi bir
yanılsama mı? Eğer eskatolojik umut aldatıcıysa, geleceğin kendisi de bir vehim
oluverir. Umut olarak inançla, vehim olarak inanç arasındaki nihai fark
Pavlus’un stoik filozoflarla karşılaşmasında açığa çıkmıştı. “İnsanlık” der
Léon Bloy “umut içinde acı çekmeye başladı, buna Hristiyanlık devri diyoruz.”
Nietzsche ve Freud’la birlikte tam da bu umudun bir vehim olduğu şüphesi doğdu.
Tarihçi için Freud’un psikanalizinin başarısı, eğer böylesi deliller hala
gerekliyse, Batı’nın Hristiyanlık sonrası döneme girdiğine delalet eder.
Çeviri: Selim
Karlıtekin
[1] Bu makale ilk olarak
İngilizce’de, Psychoanalysis and the
Future: A Centenary Commemoration of the Birth of Sigmund Freud içinde
yayınlandı (Psychoanalysis 4, sayı
45. New York, 1957, sf.136-42).
[2] Totem ve Tabu, çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, 2012. Freud’un
William Robertson Smith referansı için bahsi geçen yazarın Lectures on the Religion of the Semites, ilk seride (The Fundamental Institutions, Edinburgh:
A. and C. Black, 1889) bulunabilir.
[5] Bkz. Musa ve Tektanrıcılık, çev. Kamuran Şipal, Bağlam Yayınları, 1987. [İngilizce baskısı sayfa numarası 85].
[9] Numen’in çoğulu, duyularla değil zihinle
anlaşılır bir tesiri ifade eder, olayların seyrini etkileyen kuvveleri niteler.
Bu dört terim Freud’cu psikanalizde insanın varoluşunu örgütleyen dört
içgüdünün adıdır. –Çev.
No comments:
Post a Comment