Wednesday, January 15, 2014

Taubes'den ''Din ve Psikanalizin Geleceği'' (1957)

Jacob Taubes Almanya'da fazlasıyla biliniyor, savaş sonrası dönemin en mühim düşünürlerinden, Schmitt'in zoraki arkadaşı bir Yahudi. Schmitt'le mektuplaşmaları da yakın zamanda yayınlandı. Assman'ların hocası olarak din çalışmalarında devasa işler yaptı. 

batı'da eskatoloji üzerine yazdığı doktora tezi Hristiyanlık öncesinden Marx'a filolojinin sınırlarını zorlayan bir iş. Aziz Pavlus üzerine yazdığı kitap Agamben'den Badiou'ya ''evrensellik'' tartışmasını başlattı. Makaleleri ise Kült'den Kültür'e'de toplandı.

Burada sunduğum makaleyi geçen sene bu derlemeden tercüme ettim, aslı ingilizce. hristiyanlık sonrasında 'din'i yeniden düşünmek ve psikanalize içkin sınırlılıkları ele almak için temel bir metin. sene 1957. o sene Popper The Poverty of Historicism'i, Barthes Mythologies'i yayınladı. Celan'ın Eşikten Eşiğe'si var. Bloch'un Umut İlkesi ilk cildiyle çıkalı 3 sene olmuş. Heidegger'in Teknoloji makalesi çıkmış. Cesaire'ın Memmi'nin Fanon'un kitapları ''avrupa''yı sallıyor.

tercümeye eleştirileriniz olursa çekinmeyin, bir yerlerde yayınlarız bir vakit.



Din ve Psikanalizin Geleceği[1]
Jacob Taubes

            Freud defaatle psikanalizin felsefe değil bir tedavi yöntemi olduğunu üstelemiştir. Gelgelelim sanatlar, insan bilimleri, felsefe ve din bir kısım histeri vakasının incelenmesiyle gelişen bu usülün yörüngesine girdi. Çünkü bir tedavi yöntemi olarak psikanaliz insanın anlaşılması noktasında geniş kapsamlı istidlallere kapı aralıyor.
            Psikanaliz gibi devrimci bir doktrinin umumileşmesi, mevcut ideoloji ve müesses kurumların güçlü direnişi karşılaşacaktır. Tarihçi psikanalitik yönteme gösterilen direnişe şaşırmaz. Bizi hayrete düşürmesi gereken husus bu analitik yöntemin son zamanlarda kazandığı hızlı başarıdır. Psikanalize gösterilen direnişler tedavi yönteminin başarısıyla mı başarısız oldu, yoksa analizin kuramı ve pratiği mi dönüştü? Psikanaliz, kuramlarını müesses ideolojilerle bağdaştırdı mı? Psikanalitik kuramın Freud sonrası gelişimi psikanalizin toplum yaşamına dair sunduğu eleştirel çıkarımları belirsizleştirdi mi? Bugün psikanaliz mevcut kurumları güçlendirmeye mi hizmet ediyor?
            Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde psikanalitik kurama karşı direnişin kalesi dindi. Dinin bu karşı çıkışı tesadüfi değildir. Freud psikanalitik kuramı ateizmin varsayımlarına nasp etti. 19.Yy.’ın cari ateist görüşlerinin genel bir tasdikinin ötesinde, Freud ve takipçileri dini, kişisel nevrozla benzer bir şekilde ele aldı. Din insanoğlunun ilkel nevrozunun en üstün misali oldu.    
            Freud Nietszche’nin beklediği ‘özgür ruhlar’ın –Batı’da teizmin çözülüşüyle beraber ahlakımızın temellerinin çöktüğünün farkına varabilecek kadar duyarlıların- öncülerindendir. Nietszche gibi mevzubahis olayın büyüklüğünden işkence görmekten ziyade Freud dinin sonunu varsayıp, dinin terkedilişinin yanında merhametsizce büyümenin kaçınılmazlığıyla beraber gerçekleşmesi gerektiği kehanetinde bulunmaya cesaret etti. Ona göre bizler tam da bu gelişim sürecinin orta yerindeyiz. Freud’un ölümünden yirmi yıl sonra bugün dinin ve psikanalizin dostluk işaretleri göstermesini şüpheyle karşılamalayız.
            Bu geçişin açıklanışında birçok nedenin içiçe geçtiğini göreceğiz. Şüphesiz bunlardan biri Batı’da sosyalist mesihiçiliğin meydan okuması ve çöküşüdür. Seküler binyılcılığın meydan okumasıyla karşılaşan teolog ve papazlar psikanalizde, Marksist binyılcılığın iddialarının altını oyacak seküler bir  asli günah doktrini buldular.
            Batılı entelejinsiyanın toplumsal yapının dönüşümü doğrultusunda beslediği umutlar sükut-u hayale uğrayınca, Freud’un anti-eskatolojik insan ve tarih görüşü, insanın dönüşümünü toplumsal yapının dönüşümünden uman tüm binyılcı umut ‘yanılsamaları’na karşı bir argüman olarak kullanıldı. Yeni toplumda dahi insan itki ve güdülerine tabi, şehvetlerinin yol açtığı günahlarından arınmamış eski Adem’dir, ve bu sebeple siyasi düzeni sarmalayan muhafazakar çitler kaldırıldığında barbarlık hatasına düşmeye eğilimlidir. Binyılcılığın seküler versiyonu Marksizm, tarihi insanın gelecekte varacağı ‘özgürlüğün saltanatı’na giden geçici bir aşama olarak yorumlarken, Freud insanın geçmişinin gölgesinin üzerinden zıplayamayacağında ısrarcı oldu. Nasıl çocukluğumuzun erken yılları yetişkin yaşamımız üzerinde kalıcı etkiler bırakıyor ve sonraki yaşananlar bu etkilere beyhude yere karşı koyuyorsa, kitlesel tarihimizin geçmişi de tarihin ilerleyişini bir komediye çeviriyor. İnsan sanki bir çemberde gidiyormuşçasına tarihte ilerler, ‘aynı eski hikaye’nin birçok çeşidini yeniden üretir.
            Psikanalizdeki bu muhafazakar unsur açıklık kazanınca, toplumumuzun psikanalitik kuram ve pratiğe karşı gösterdiği buzdan direniş eriyiverdi ve Freud’un insanın tutum ve saiklerine dair keşifleri süratle ilahi olanın en yeni heceleri oluverdi. Din ve psikanaliz eşit olarak geçmişin otoritesini vurguladı, ve her ikisi de bireysel ve de toplumsal kademede geçmişin insan tutumuna kılavuzluk etmesi için saf tutabilir.


I

            Din Latince bir kavramdır, aslen Roma şehrinin şehir kültünü adlandırır. Kutsal kitaplar bu kavramdan bihaberdir. Gene de Eski ve Yeni Ahit’te tecrübelerini bulabileceğimiz cemaatler ‘dinler’ olarak sınıflandırılmıştır. Bu sadece dilbilimci ya da tefsirci ilgilendiren ufak bir filolojik detay değildir. Hristiyanlığın kaderi kısa ve öz olarak bu dil kaymasında saklıdır. Bir zamanlar kurtuluş yolu, insan için yeniden diriliş umudu olan Hristiyanlık, artık dünya diyarında müesses bir din olmuştur. Religio kavramıyla Roma yeniden diriliş umuduna karşı muzaffer oldu. Tarihin bu noktasında iki karşıt unsuru ihtiva eden din kavramının muğlaklığına bir son vermek imkansız: şehir kültü olarak din, ve insanı dünya iktidar ve beyliklerinin otoritelerinden kurtaran, kurtuluş olarak din.
            Latince salvus veya salus sıfatının da belirttiği üzere kurtuluş yolu, insanı, hayatını bozup altüst eden iktidarlardan kurtarmak peşindedir. İnsanın yaşamı, içindeki ve dışındaki güçler tarafından tehdit altındadır. Kurtuluş mesajı insan varoluşundaki bozulmayı iyileştirmek, insanı altında parçalandığı günahın yükünden kurtarmak iddiasındadır. Kurtuluş yolu olarak din ile tedavi olarak psikanliz arasındaki çatışma, bir kurtuluş yolu olarak, insanı günahından arındırma yolu olarak kurtuluş kavramında yoğunlaşır. Psikanaliz ve şehir kültü olarak din geçmişin otoritesini vurgulamakta hemen saf tutabiliyorsa da, kurtuluş yolu olarak din ile insanı günahın yükünden kurtaran tedavi olarak psikanaliz arasında daha karmaşık bir ilişki söz konusudur.
            Bir Yanılsamanın Geleceği’nde Freud Aydınlanma döneminde dinle savaşmak için geliştirilen ilerleme ideolojisini kullanıyorsa da, kuramsal yazıları günahın soybiliminde dinin yadsınamaz rolüne dair bir kavrayışı ortaya koyar. Günahın soybilimi insan toplumunun kökeninin hikayesini de sunduğundan, Freud, kendi ideolojisine karşı gelerek, dinin toplumun köken ve tarihindeki kilit rolünü tasvir etmiştir. Toplumun mabedi, asli günah ve kefareti sembolize eden mütemadi ayinlerle gelenekler üzerine kuruludur. “Totem bir taraftan cismani atadır, klanın ruhunu korur, saygı duyulması ve korunması gerekir. Öte yandan, ilkel babanın karşılaştığı kaderin aynısına yazgılandığı gün bir festival düzenlenir. Babayı tüm erkek kardeşler hep beraber öldürmüştür (William Robertson Smith’e göre totem ziyafeti).”[2] Bu büyük gün aslında babalarına karşı birleşmiş oğulların zaferlerini kutladıkları ziyafet günüdür.
            İlkel babanın asli kaderi muhakkak yüzyıllar için de unutulmuşsa da, Freud’a göre asli eylem insanlığın bilinçaltında örtülü ve bastırılmış biçimlerde yaşamını sürdürmektedir. Bu asli eylem gerçekleşeli beri suçluluk duygusu insanı kovalamaktadır, “kişinin babasını öldürmesi ya da bu edimden sakınması mühim değildir: her iki durumda da kişi suçlu hissetmelidir.”[3] İnsanoğlu’nun tarihi insanın ‘asli günah’ının hikayesine dönüşmüştür. Toplum daimi olarak artan bir suçluluk duygusunu teşvik etmelidir.  “Babayla ilişkili olarak başlayan şey toplumla ilişkili olarak son bulur. Eğer medeniyet kaçınılmaz olarak aile gurbundan bir bütün olarak insanlık grubuna gelişimin sahasıysa, suçluluk duygusu … muhtemelen bireylerin artık taşıyamayacağı bir şiddete erişene kadar, içinden çıkılmaz bir halde yoğunlaşmaya mahkumdur.”[4]


II

            Pavlus ve Augustine’den beri hiçbir teolog Freud’dan daha radikal bir asli günah doktrini geliştiremedi. Pavlus’tan beri hiç kimse Freud’un yaptığı gibi asli günah eyleminin kefaretini acilen ödemek ihtiyacını algılayıp güçlü bir şekilde vurgulamadı.
            Freud’un eserini, kuramını ve tedavisini, Pavlus’un kafir milletlere çektiği vaazlara benzer bir şekilde tasavvur ettiği sadece bir spekülasyon değildir. “Tarsus’tan Romalı bir Yahudi, Pavlus bu suçluluk duygusunu kavradı ve bunun izini asli kaynağına kadar doğru bir şekilde sürdü. Buna asli günah dedi, yalnızca ölümle kefareti ödenebilecek Tanrı’ya karşı işlenmiş bir günah. Ölüm dünyaya asli günahla birlikte gelmişti. Gerçekte müstahakı ölüm olan bu suç, sonradan tanrılaştırılacak babanın öldürülmesidir. Fakat öldürücü edimin kendisi hatırlanmaz, onun yerinde kefaret fantazisi vardır ve bu sebeple bu fantazi evangelium olarak, kurtuluşun Müjdesi biçiminde memnuniyetle karşılanır.”[5]
            Freud Pavlus’un teolojisinin merkezi motifi, suçluluk ve kefaret diyalektiğine derinlemesine nüfuz eder. Pavlus’a “dine dair, kelimenin gerçek anlamında bir ihsan” bahşeder, “Geçmişin karanlık izleri onun ruhundadır.”[6] Musevilik büyük babanın tanınmasından öteye geçememişken, Pavlus Museviliği geliştirirek yokedicisi olmuştur. Musevilik bir baba-diniydi, Pavlus ise bir oğul-dininin kurucusu oldu. Pavlus’un başarısı “suçluluk duygusunun hayaletini, kurtuluş fikriyle huzura kavuşturmasında yatar.”[7]
            Ne zaman Pavlus’un mesajını tartışacak olsa Freud’un havarinin tarafını tutup, kurtuluş mesajnı ‘meşrulaştırması’ tesadüfi olamaz. Musa’nın dininde (Freud için otorite olarak dinin paradigmatik örneğidir) öldürücü baba-nefretinin doğrudan bir ifadesi bulunmaz. Dolayısıyla Musa’nın ve peygamberlerin dini sadece ve sadece cemaatin suçluluk duygusunu arttırmıştır. “Yasa ve Peygamberler” insana suçluluk duygusu yükledi. Bu anlamda bir Yahudi’nin insanın suçluluk yükünü azaltması Freud’a mühim görünmüştür. “Fikrin kaynakları çeşitli muhitlerin sunduğu fikir verici ipuçlarından beslenmişse de, bir Yahudi’nin zihninde, Tarsus’lu Saul, Roma vatandaşı Pavlus’la yeni bir görüş doğdu ‘Babamız Tanrımızı öldürdüğümüz için bu kadar mutsuzuz’.” Şüphesiz Pavlus bu ‘tarihsel hakikat’i evvela sevinçli haberlerin aldatıcı kılıfında formüle etmiştir. Pavlus’un kurtuluş mesajında “Tanrı’nın katlinden şüphesiz bahsedilmez ama ancak ve ancak katl olabilecek kurbansal bir ölümle bu suçun kefareti ödenebilir.” Asli günah ve Tanrı’nın oğlunun kurbansal ölümüyle suçluluk yükünden kurtuluş Pavlus’un kurduğu yeni dinin temeli oldu. “Bu yeni inancın gücü tarihsel hakikatteki kaynağındandır, bu kaynak onun tüm engelleri aşmasını sağlamıştır.”[8]
            Freud’u Pavlus’un mesajında büyüleyen şey iyi haberlerde bulunan günahın zımni itirafıdır. İyi haber [evangel] aynı zamanda bir kötü haberdir [dysangel]: insanın asli günahının kötü haberleri. Haberlerin aldatıcı biçimi ‘iyi’ haberlerde bu günahın kefaretinin Dirilticinin kurbansal ölümüyle ödendiğini öğreniriz. Bu haliyle günahın itirafı hala örtülüdür. Freud kendisini büyüyü ilk bozan olarak görür, insana musallat olmuş gizli suçluluğu tarif etmeye ilk o cesaret etmiştir. Pavlus’un ‘iyi haberler’ vehmi altında yalnızca tasdik edebildiğini Freud yanılsamalara gark olmadan telaffuz etmiştir. Günahın kefareti Tanrının oğlunun kurbansal ölümüyle ödenemez, bu yolla ancak günahı tasdik edebiliriz. Günahın bilinçli tasdikiyle insan kendisini kör esaretten özgürleştirir. Freud ciddi anlarında “kuramlarının –kasvetlisinden- mitoloji türünden olduğunu” kendisinden saklamamıştır. Bu bağlamda Freud’un Bir Yanılsamanın Geleceği risalesi beklenmedik bir anlam kazanır. Görünürdeki bu ‘ilerlemeci’ hümanist risale insanın trajik ve eskatolojik yorumlarını yarıştırır. Trajik bilinç yalnızca insanın asli günahının farkına varmasını düşünebiliyorken, eskatolojik bilinç insanın bu suçluluğun üstesinde gelme umutlarını ifade eder. Trajik bilinçte insan hiçbir zaman bu günahın yükünden kurtulamayıp, bu yükü kahramansal bir jestle taşırken, eskatolojik bilinçte insan umutlarını gelecek bir barışa ve kefarete bağlar. Trajik insan için gelecek umudu bir vehimdir. Gelecek yanlızca geçmişi tekrar edebilir, muhtemelen daha bilinçli bir seviyede, fakat insan hiçbir zaman tarihin döngüsünü kıramaz.
            Freud’un çağırdığı mitik numina’ların Yunan adlarıyla isimlendirilmiş olması tesadüfi değildir: Eros ve Thanatos, Logos ve Ananke[9]. Zorunluluğun güçlerinden, ölümün pençelerinden kurtuluş ümidi yok.  Tarih inşa ve yıkımın ebedi çevrimine takılmış. İnsanın bu çemberi kıracağını umması bir vehim.


III

            Freud’un psikanalitik kuramının ve tedavisinin ateistik varsayımı basit bir şekilde 19.yy’un eğitimli sınıflarında yaşayan iyimser burjuva hümanizminin kalıntısı değildir, bu varsayım Nietzsche’den beri trajik hümanizmin tarihine aittir. Nietzsche’nin peygamberi Zerdüşt ağzıyla duyurduğu Hristiyan Tanrı’nın ölümü yeni mitolojilerin yükselişini başlatır. Nietzsche meselenin ‘en büyük vurgu’yu nereye yapmalı sorusu etrafında döndüğünün fazlasıyla farkındaydı: bengi dönüş mü, eskatolojik tarih mi? Dionizyak-trajik ufukta “varoluşun ebedi kum saati tekrar ve tekrar döndürülür ve onunla beraber sende dönersin, tozun toz parçası.” Eskatolojik ufukta tarih dönüp durmaz, bir sona varır.
            Eskatolojik ve trajik görüş arasındaki nihai farkı en iyi, kendisini ‘Deccal’ ve ‘Dionisosun son şakirdi’ olarak gösteren Nietzsche kavramıştır. Hem Mesih hem de Dionisos acı çeken Tanrılar olarak tasvir edilir. Onları ayıran acılarına verilen anlamdır: eskatolojik veya trajik. “Mesihin acısı kutsal bir varoluş kipine yolu teşkil eder, Dionisos’un acısı inanılmaz derecedeki bir acıyı meşrulaştırmak için yeterli derecede kutsaldır.”[10]
            Freud’un psikanalitik yöntemi trajik Dionizyak hümanizmin ufkunda gelişir. Eğer ilerleme varsa, bu ancak insanın, gerçekliğin trajik yapısına gözlerini açmasına yol açar. Dolayısıyla kurtuluş olarak dinle, tedavi yöntemi olarak psikanaliz arasındaki fark barış umudunda yatar. İnsan yaşamı ‘umutsuzca’ inşa ve yıkım sürecinde mi yitirilmiştir, yoksa tüm yıkımın üstesinden gelme umudunu besleyebilir mi? Üniversite öğrencisiyken genç Nietzsche meseleyi ‘Kader ve Tarih’ adlı makalesinde özetledi. Freud’un kuramsal yazıları ve pratik tedavisi kaderi nihai kategori olarak varsayar. Evrimci tarihin izlekleri (gerçekten de 19. Yy. Antropoloji ve sosyolojisinin artıkları) dahi ebedi tekrarın her daim kaim çevriminin içine alınmıştır. Nietzsche gibi Freud’da Hristiyanlık dininin sonunun iki bin yıllık yanlışlık ve yanılsamanın sonunu getireceğine kaniydi. Din bir yanılsamaydı, çünkü barış umudu ve suçluluğun kefareti nihai olarak bir yanılsama arzeder. Suçluluğun üstesinden gelinemez, yalnızca tasdik edilebilir.
            Tabii ki dinin psikanalitik eleştirisi eskatolojik umuttaki tüm büyüsel unsurları açığa çıkartmak için bir ölçü olarak kullanılabilir. Din barış arayan insanın manen yeniden doğmadığı ve dönüşmediği büyülü bir kefaret işlemi gibi edimlediği sürece, Freud’un en keskin yargısınca, akamate uğrar. Eskatolojik dindeki papaz-büyüsüyle, peygamberi-bireysel unsur arasındaki mücadelede psikanaliz, manen yeniden doğurucu ve devrimci edimin yerini alan gerici büyüsel manipülasyon biçiminin foyasını çıkartmakta yardımcı olabilir. Peki eskatolojik umudun kendisi bir yanılsama mı? Eğer eskatolojik umut aldatıcıysa, geleceğin kendisi de bir vehim oluverir. Umut olarak inançla, vehim olarak inanç arasındaki nihai fark Pavlus’un stoik filozoflarla karşılaşmasında açığa çıkmıştı. “İnsanlık” der Léon Bloy “umut içinde acı çekmeye başladı, buna Hristiyanlık devri diyoruz.” Nietzsche ve Freud’la birlikte tam da bu umudun bir vehim olduğu şüphesi doğdu. Tarihçi için Freud’un psikanalizinin başarısı, eğer böylesi deliller hala gerekliyse, Batı’nın Hristiyanlık sonrası döneme girdiğine delalet eder.

Çeviri: Selim Karlıtekin



[1] Bu makale ilk olarak İngilizce’de, Psychoanalysis and the Future: A Centenary Commemoration of the Birth of Sigmund Freud içinde yayınlandı (Psychoanalysis 4, sayı 45. New York, 1957, sf.136-42).
[2] Totem ve Tabu, çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, 2012. Freud’un William Robertson Smith referansı için bahsi geçen yazarın Lectures on the Religion of the Semites, ilk seride (The Fundamental Institutions, Edinburgh: A. and C. Black, 1889) bulunabilir.
[3] Freud.
[4] Freud.
[5] Bkz. Musa ve Tektanrıcılık, çev. Kamuran Şipal, Bağlam Yayınları, 1987. [İngilizce baskısı sayfa numarası 85].
[6] A.g.e, sf. 86-7.
[7] A.g.e, sf. 87-8.
[8] Musa ve Tektanrıcılık.
[9] Numen’in çoğulu, duyularla değil zihinle anlaşılır bir tesiri ifade eder, olayların seyrini etkileyen kuvveleri niteler. Bu dört terim Freud’cu psikanalizde insanın varoluşunu örgütleyen dört içgüdünün adıdır. –Çev.
[10] Nietzsche, Güç İstenci, çev. Nilüfer Epçeli, Say Yayınları, 2010.

No comments:

Post a Comment